Sosyal adalet, toplumun bir üyesi olarak kabul edilen bireylerle toplum arasındaki sosyal ilişkilerin ortaklaşa iyinin gerçekleştirilmesi amacıyla düzenlenmesine verilen addır. Asıl konumuz ise “Toplumsal Adalet”tir. Bir toplumun yaşanabilir olması bazı temel değerler ekseninde ortak bir tavır ve birliktelik duygusuna ihtiyaç duyar. Bunlar çoğu kez kader birliği, sevinçte kederde birleşme, dayanışma gibi bazı özellikleri içerir. İnsanların toplum içerisinde birbirlerinin haklarına saygı göstermeleri de birlikte yaşamanın vazgeçilmez gereğidir.

Farklılıklar ise ideallerinin odağına insanı koyan bir düşünce yapısında, toplum olmanın gerçeği ve zenginliği olarak görülür. Farklılıklar üzerinden çatışmalar ve karşıtlıklar üretilmeyen bir arada yaşama ülküsünün benimsenmesi aranır. O halde insanlar bir toprak parçası üzerinde, bir zaman aralığında bir arada yaşama zorunluluğu sebebiyle, ortak bir kaderi paylaşabilirler. Ancak her zaman bu birliktelik yaşanabilir bir toplum oluşturdukları anlamına gelmez. Toplumsal barış ve güvenlik yaşanabilir toplumun esasını oluşturur. Muhakkak kaderde, sevinçte ve üzüntüde ortak bir anlayışı benimseyen insanlar, topluluk addedilir, ancak bu topluluk içerisinde bireyler (hatta tek bir birey) güvende değilse, güçlü güçsüzü eziyorsa, o birliktelik bir istek değil, zaruretten meydana gelen bir katlanmadır.

Güvenli bir toplum hem diğer bireylerden hem de otoriteden gelecek haksızlıklara karşı kişiye koruma alanı sağlayan, hukukun üstünlüğünü esas kabul eden bir anlayışın hâkim kılınmasını şart koşar. Böyle bir ülkede yargının bağımsızlığı ya da tarafsızlığı konusunda şüpheye düşülmez. Devlet, tüm işlem ve eylemlerinde hukuk kurallarına, hukukun evrensel ilkelerine uygun davranmayı varlık sebebi görür ama buna rağmen yine de yargı denetimine açık olmayı kabul eder.

Her yasa ile hukuk yaratılamayacağını, şekli anlamda yasa kabul edilen bir şeyin, temel hak ve özgürlükleri koruyup geliştirmediğinde, hukukun evrensel ilkeleri ile demokratik toplum düzeninin gerekleriyle örtüşmediğinde, kıymetinin olmadığını tartışmasız idrak eder. Çünkü hukuk devleti, insanlığın “devlet” kavramını ortaya attıktan sonra elde ettiği en büyük kazanımıdır. Hukuk devletinin tüm unsurlarıyla eksiksiz sağlanmadığı bir toplumda ne eşitlik ne özgürlük ne de adalet kalır. Ne var ki, doğuştan kaynaklanan bazı engeller sebebiyle kişilerin fırsatlara erişiminde eşitsizlikler olabilir, ancak bu eşitsizlikleri ortadan kaldırmak adına pozitif ayırımcılık yapılması gerekir. Bu durum toplumsal adaleti rencide etmez, aksine adil bir toplumun oluşumuna da hizmet eder.

Bülent Ecevit tarafından kaleme alınan “Ortanın Solu” isimli kitabın giriş kısmında (Kim Yayınları, 2. Baskı, 1966); “Bir insanın, düşüncesi baskılardan kurtulabilir ve kişiliği serbestçe gelişebilirse, eğilim ve yeteneğine göre, eğitim görebilirse, erişebileceği bir düzey vardır. Herkesin o düzeye erişmesine imkân vermeyen bir toplum düzeni, insanlığa aykırıdır” der.

Kanımızca insanların kişiliğini serbestçe geliştirmesi, eğitime ulaşması adına imkan eşitliği önemlidir ama günümüzde yeterli değildir. Eğitime erişen, kendisini belirli bir düzeye çıkaran kişi, toplum içerisinde hak ettiği yere gelmeli, yetkinliği, eğitimi, liyakati ile orantılı muamele görmeli, bu anlamda fırsatlara ulaşması farklı parametreler kullanılarak engellenmemelidir. Hatta fırsatlara ulaşmada, kişinin liyakat düzeyi değil, başka hususiyetler etkili olabiliyorsa, bu durum kanıksanmamalı, sorgulanmalıdır. Çünkü böyle bir düzen, kuşkusuz gerçek toplum ideali ile bağdaşmaz. İdealler ile gerçeklerin bağdaşmasının her zaman olası olmadığını da kabul ediyoruz. Ne var ki, asgari bir çıkış noktası muhakkak olmalıdır. Zira idealler de yaşanmış tecrübelerin ürünüdür.

Bir toplumda siyaset, ticaret ve hamaset üçgeninden iki köşe tutamayan imkânlara erişimden yoksun kalıyorsa bu kabul edilebilir bir durum değildir. Böyle bir yer dünyada var ise, bu yerde yaşayan insanlar da tabi ki topluluk halindedir, ancak yaşanabilir bir toplum içerisinde olduklarını söylemek de güçtür. Yoksa insan onurunun örselendiği bir topluluk içerisinde “barış, güvenlik, hukuk ve adalet” süslü kelimelerden öteye bir anlam ifade etmeyecektir. Ecevit’ten söz açılmışken miting ve siyasi demeçlerinde kullandığı sosyal demokrasiyi öne çıkaran "Toprak işleyenin, su kullananın" sloganı da unutulmamalıdır.