Belediyeler ciddi bir mali kriz içinde. Bazılarında işçiler, greve gitti bile. Durum incelediğinde; geçmişe dönük büyük yanlışlar ve ihmaller olduğu görülüyor. Seçileceğinden emin olmayan, ya da aday gösterilmeyen belediye başkanları, kadroları şişirmişler, paraları har vurup harman savurmuşlar.

Ya toplu sözleşmeler? Çok yüksek ücretler için imzalar atılmış. Sendikalar, işçinin haklarını korur. Bunu yaparken çoğu kere gözünü karartır. Sendikaların hedefi, en yükseği koparmaktır. Belediyenin bütçesi, imkânları, yaşanılan darboğaz onları ilgilendirmez. Bunu geçmişteki yığınla yanlış yapılan örnekler için söylüyorum.

Ancak sorumlu belediye başkanları, bu tuzağa düşmez ve bütçeyi iyi yönetirse bundan hem kurum olarak belediye hem de çalışan kârlı çıkar. Ne var ki çalışan belediyeler çeşitli yollarla engelleniyor; ilk iş kayyum atamak oluyor. Çoğu belediyelerde yüksek işçi ücretleri, diğerlerine emsal olarak gösterilmeye çalışılınca da ortaya kaos çıkıyor.

Diğer yandan doğrudan 7 milyon çalışanı, dolaylı olarak ise toplumun genelini ilgilendiren asgari ücret için pazarlık görüşmeleri 10 Aralık'ta başladı. İşçi, işveren ve hükümet temsilcilerinden oluşan Asgari Ücret Tespit Komisyonu tarafından belirlenecek 2025 yılı asgari ücret tutarının ne kadar olacağı uzun süredir kamuoyunun gündeminde ilk sıralarda yer alıyor. 

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, asgari ücretle ilgili çalışanların ve özel sektörün talepleri doğrultusunda bir rakamın şekilleneceğini vurgulayarak "Asgari ücret, minimum ücrettir. Bundan daha aşağısı olmaz. Bundan daha fazla ücret verenlerin elini kimse tutmuyor. Keşke özel sektörde, başka alanlarda imkânı olan herkes daha fazla verse" dedi. MÜSİAD, 'asgari ücret artışı yüzde 25'i geçmesin' diyor. Bu durumda asgari ücretin belirlenmesi son toplantıdan çıkacak karara kalıyor.

Asgari ücrete zam oranının yüzde 25 civarı olacağı akademisyenlerce ifade edilse de artışın yüzde 43.93 olan yeniden değerleme oranına yakın gerçekleşeceği düşüncesi de ağırlık kazanıyor. 2025 yılında uygulanacak asgari ücrette rakam ne olursa olsun, çalışanların mutlu olmayacağı da kesin. Çünkü son yıllarda artan enflasyondan dolayı ülkemizde satın alma gücünde büyük bir erime yaşandı.

Aile hekimlerine sahip çıkalım. Büyük baskı altında çalışan aile hekimlerine Sağlık Bakanlığı şimdi de randevu sistemi getirecek. Bu, belki aile hekimlerinin gün içinde kaç hastaya bakacakları konusunda bir standart oluşturabilir ama halkın işine gelmeyecektir. Aile hekimleri, acil servis gibi çalışır. Aniden hastalananlar, aile hekimliğine gittiklerinde boş gönderilmez, hiç değilse muayene olup ilaç yazdırabilirler.

Öte yandan yaşlanan her toplumda olduğu gibi Türkiye’de de yaşlılara ve engellilere evde bakım hizmeti büyük ihtiyaç olarak ortada duruyor. Çoğu kere aileler, bu hizmette yetersiz kalıyor. Yetersiz kalınca da imdada Moldovalılar, Gürcistanlılar, Türkmenistan, Kazakistan vatandaşları yetişiyor. Devlet de bunu izliyor. Oysa izleyeceği yerde donanımlı kurslar açsa ve bu aileleri, bu insanları rahatlatsa olmaz mı?

Hekimlik ucuz bir meslek değil. Üstelik kolay da hekim olunamıyor. Hekimler, ekonomik bakımdan hak ettikleri ücretleri istemekte de haklılar. Serbest bir hekim, ayda 400 bin lira kazanırken aile hekimlerinin eline 130 bin liradan başlayan bir maaş geçiyor. Bir aile hekimi, bu gidişatın Türkiye’de özel sağlık sigortasını özendirici bir niyet taşıdığını söyledi ve “Göreceksin, bir gün öyle olacak” dedi. Sosyal devlet anlayışından ve kimliğinden uzak bir Türkiye Cumhuriyeti hayal edemediğim için pek inandırıcı bulmadım ama göreceğiz.