Göç, her dönemde ve tüm coğrafyaların yaşadığı sosyolojik bir olaydır. Göç, insanlık tarihinin başlangıcına kadar uzanabilecek uzun bir geçmişe sahiptir. Kimi zaman gönüllü kimi zaman zorunlu olarak gerçekleştirilen bir yer değiştirme eylemidir aslında.

Göç, bireyin ya da grupların daha iyi yaşam koşullarına kavuşabilmek adına yaptıkları mekân değişiklikleri olarak da tanımlanabilir. Doğal afet, kıtlık ve savaşlar göç olgusuna geçmişten farklı olarak yeni anlam ve içerikler yükleyebilmektedir. Bu eylem bazen Amerika sınırında bazen de Türkiye sınırında kendini göstermektedir.

Daha iyi yaşam koşulları aramanın yanına, güvenli alanlara ulaşma, hayatta kalabileceği kadar besine ulaşma, barınabileceği konutlar bulma gibi unsurlar göç içinde belirginlik kazanabilmektedir. Göç her şeyden önce bir yer değiştirme hareketi olmakla birlikte yeni kültürel, sosyal, ekonomik ve siyasal süreçlerin ortaya çıkmasını sağlayan bir toplumsallık sürecinin de besleyicisidir.

Ancak toplumların ekonomik, sosyal, kültürel ve teknolojik olarak gelişimi, göçe ve göç sürecine birbirinden farklı yeni boyutlar eklemiştir. Bu yönüyle göç, çok yönlü bir değerlendirmeyi gerekli kılmaktadır. Göç konusu yüzyıllardır dünyada insan hayatı üzerinde belirleyici konumdadır. 20.yüzyılın başlarında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile Osmanlı’dan kopan topraklardan Anadolu’ya büyük göçler yaşanmıştır. Süreç içerisinde çeşitli sebeplerle iç ve dış göç sorunu devam ederken bir de 21.yüzyılın başlarındaki Suriyeli göçü ile mevcut sorunlar taçlanmıştır. Türkiye Suriye iç savaşına kadar göçün çoğunlukla transit ülkesidir. Ancak Suriye savaşı ile birlikte göç, Türkiye açısından baş edilmesi zor bir sosyal olgu olarak görünür hale geldi. Ülkede 3,5 milyon kayıtlı Suriyeli olduğu ifade edilse de gerçekte bu rakamın çok üzerinde olduğu tartışma konusudur.

Göç konusunun yarattığı sorunlarla ise ortaya çıkan çarpık yerleşim sonucu kentlerin yapısı bozulmakta ve kültürel çatışma ile kimlik krizini beraberinde getirmektedir. Kültürel alışkanlıkların, yaşam biçiminin değişmesi, aile yapısındaki farklılaşmalar, değer çatışmaları gibi çok değişik durumların ortaya çıkması göçmenlerde kimlik bunalımını ortaya çıkarmaktadır. Orya çıkan kimlik bunalımı ise göçmenlerin içinde yaşadıkları toplumla tam olarak bütünleşmelerini zorlaştırmaktadır.

Bizde ise çeyrek yüzyıldır öne çıkan göç olgusu ekonomik, siyasi, toplumsal, terör vb. nedenlerle artık taşınamaz hale gelmiştir. Özellikle “mülteci, göçmen, sığınmacı gibi” göçle ilişkili kavramların açıklaması yapıldıktan sonra “göçte sosyal, kültürel, psikolojik ve hukuksal” nedenlerin ardındaki esas belirleyici olan siyasi etkiyi açıklamaya dönük bir yaklaşım ortaya konulmalıdır. Sorunun doğru tespit edilememesi ya da yanlış araçlarla çözülmeye çalışılması tüm gayretleri boşa çıkaracaktır. Bu sebeple göçlerin ardındaki etkinin ve etkileyicilerin doğru tespit edilmesi ülkenin bugünü ve geleceği için çözüme yönelik büyük katkı sağlayacaktır.

Örneğin çözüm için: Göç Müsteşarlığı veya Göç İzleme ve Değerlendirme Merkezi oluşturulması da düşünülmelidir. Göçe ilişkin çok sağlıklı veriler ne resmi kurumların ne de sivil toplum örgütlerinin elinde bulunmadığından; nüfus sayımından da yararlanarak, göç sorunu bilimsel bir tabloya kavuşturulmalı ve gerçekçi önlemler alınmalıdır.

Sınırlarımızın yakınında gerçekleşen iç çatışmalar nedeniyle yeni bir göç dalgası da beklenmektedir; Türkmenlerin durumu da hâlâ açıklığa kavuşturulabilmiş değildir. Bu iki husus da yakından izlenmeli ve zamanında gerekli önlemler alınmalıdır.