Son yazımızda Türkiye Cumhuriyetinin dış politikasındaki yönelimleri anlattıktan sonra 12 Eylül darbesinin hem içerideki muhalefeti bastırmak hem de siyasetçilerin başları sıkışınca Sovyetler Birliği ile ilişkileri güçlendirme alışkanlığına son vermek amacıyla tüm siyasi partileri kapattığını...

Askeri darbe ile açılan bu yeni sayfada artık Sovyetler Birliği kendi yöneticileri tarafından tasfiye edilinceye kadar bir daha 'Avrasya' seçeneğinin açılmadığını söylemiş...

Ve yazıyı, 'Ta ki ABD, Suriye savaşında 'Kürt kartı'nı oynayıncaya ve 'uçak düşürme' olayında Türkiye'yi Rusya karşısında yalnız bırakıncaya kadar' sözleriyle tamamlamıştık...

***

Bu sözlerimizi açmak için Türkiye'nin 2011 yılında ABD öncülüğündeki koalisyonla birlikte Suriye'ye müdahale sürecinin amaçlarını ve aşamalarını kısaca hatırlamamız gerekiyor...

Bu sürecin esas amacı Avrasya'nın ABD planları çerçevesinde şekillendirilmesi için hazırlanan Büyük Ortadoğu Projesini gerçekleştirmekti...

Bu proje uyarınca başlatılan ve bölgenin Kuzey Afrika'dan Irak'a kadar olan bölümünü kapsayan 'Arap Baharı' operasyonları ile hedeflenen ise Ortadoğu'da kalan son 'ulusalcı' rejimleri iktidardan düşürmek ve yerlerine 'ılımlı' olarak nitelenen ABD yanlısı İslami rejimleri geçirmekti.

***

Türkiye, 2011 öncesi dönemde Suriye hükümeti ile PKK karşıtlığı temelinde iyi ilişkiler geliştirmişti...

O nedenle bu projenin Tunus, Mısır ve Libya'da hedeflerine ulaşmasından sonra sıra Suriye bölümüne geldiğinde, bu geçişin 'yumuşak' bir biçimde gerçekleşmesi için devreye girdi...

Hedef, Esad rejimini 'Baasçı' çizgisinden çıkararak Müslüman Kardeşler örgütü ile birlikte kurulacak bir koalisyon aracılığıyla 'ılımlı İslami' bir çizgiye getirmekti.

***

Bu plan, istenen değişikliğin 'demokratik' bir dönüşüm havasında gerçekleşmesine itirazı olmayan ABD tarafından da başlangıçta desteklenmişti...

Ne var ki, işler beklendiği gibi gerçekleşmedi; çünkü Suriye rejimi iktidarı Müslüman Kardeşler örgütü ile paylaşmaya razı olmadı...

Bunun üzerine ABD öncülüğündeki koalisyonla birlikte Suriye'ye askeri müdahale başlatıldı.

***

Başlangıçta askeri müdahalenin uzun sürmeyeceği ve 'Esad rejimi'nin kolayca yıkılacağı düşünülüyordu...

Ancak bu arada beklenmeyen bir olay gerçekleşti...

O zamana kadar Gorbaçov ve Yeltsin gibi liderler tarafından yönetilen ve ABD'nin kurduğu tüm koalisyonların 'partneri' gibi hareket eden Rusya, Putin yönetimi altında Suriye'deki rejimi savunmak için bütün imkanlarıyla devreye girdi.

***

Bir çokları için beklenmeyen bu girişim, aslında Rusya'nın kökleri Petro ve II. Katerina gibi hükümdarlar dönemine kadar uzanan köklü bir politikanın canlanmasından başka bir şey değildi...

Bu politikanın temelinde Rusya'nın 'sıcak deniz' Akdeniz'de hareket serbestisi kazanması, Ortadoğu ve Orta Asya bölgelerinde nüfuz bölgeleri oluşturması amaçları yatıyordu...

Çarlık rejimi sonrasında bir süre terk edilen bu politikalar, daha sonra Stalin döneminden başlayarak canlandırılmış ve 'soğuk savaş' döneminde ABD karşıtı anti-emperyalist hareketlerin gelişmesiyle Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da önemli başarılar sağlanmıştı.

***

Bu açıdan bakıldığında Gorbaçov ve Yeltsin döneminin ABD dümen suyunda izlediği politikalar Rusya'nın geleneksel ulusal amaçlarından bir sapma olarak yorumlanabilirdi...

Politik etkisini Yeltsin döneminde artıran ve başlangıçta onun 'adamı' gibi görünen Putin, durumunu sağlamlaştırıncaya kadar bu çizgiye itiraz etmemişti. Ancak Rusya'nın Akdeniz'deki tek müttefiki olan Suriye rejiminin devrilmesi ve Suriye'deki askeri üssünün kapatılmasına yol açacak operasyon karşısında sessiz kalmadı...

Suriye'nin kuzeybatısındaki Lazkiye'de bulunan bu askeri hava üssünde, o zaman 2 bin Rus personelin yanı sıra 32 uçak, 16 helikopter, 9 tank, 2 karadan havaya fırlatılan füze savunma sistemi bulunuyor ve bu güç Rusya'nın Doğu Akdeniz'deki askeri varlığının en önemli unsurunu oluşturuyordu.

(Devam edecek)