Önceki yazımızda “Yurdu savunmak yalnızca savaş sırasında yapılacak bir iş değildir. O toprağı korumak, üzerindeki yaşam alanlarını doğaya zarar vermeyecek şekilde geliştirmek, işlemek ve üzerinde yaşayanları doyurup beslemesini sağlamak da yurtseverliğin ve yurt savunmasının değişik türleridir” demiş ve eklemiştik:

“Bir ülkede tarım toprakları betonlaştırılıyor, tarım çökertiliyor, ormanlar yağmalanıyor, milli servet olan kamu işletmeleri tasfiye ediliyor, ülke “dışarıdan” gelen mal ve ürünlere terk ediliyor, maden imtiyazlarından gelecek üç-beş kuruş için topraklar, ormanlar ve sular zehirleniyorsa buna ‘milliyetçilik’ değil ancak ‘Eyvah! denilebilir.”

***

Bu yazımızda özel olarak maden işletmeciliğinin topraklarımız üzerindeki olumsuz etkileri üzerinde duracağız...

Ancak öncelikle bir noktayı belirtelim...

Türkiye’de maden işletmeciliğinin tek güdüsü “daha fazla kâr” olan yerli ve yabancı büyük şirketler aracılığıyla yapılması nedeniyle toplumda “madencilik karşıtı” güdüler güçlenmiş, bunun sonucunda “çevreciler” ve “madenciler” adeta iki düşman güç haline gelmiştir...

Oysa bir ülkenin gelişmesi ve kalkınması için ikisi de bu toprağın bizlere armağanı olan yer altı ve yer üstü zenginliklerinin bir arada işletilmesi bir zorunluluktur. Bu noktada madencilik faaliyetlerinin kimin yararına ve ne şekilde yürütüldüğü konusu önem kazanmaktadır.

***

Örneğin...

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu döneminde madencilik faaliyetleri genç cumhuriyetin ekonomik gelişme ve güçlenmesinde önemli bir rol oynamıştır...

O yıllarda madenciliğin olumsuz etkilerinin giderilmesi amacıyla “devletçilik” uygulamasına önem verilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk 1922 yılında yaptığı bir konuşmada bu konuya değinerek şunları söylemiştir:

“Ekonomik siyasetimizin mühim gayelerinden biri de umumî menfaatleri doğrudan doğruya ilgilendirecek ekonomik kuruluşları ve teşebbüsleri malî ve teknik kudretimizin müsaadesi nispetinde devletleştirmedir. Bu cümleden olarak; topraklarımızın altında işlenilmeden duran maden hazinelerini az zamanda işlenerek, milletimizin menfaatine açık bulundurmak bu usul sayesinde mümkündür.”

***

Mustafa Kemal Atatürk 1937’de TBMM’de yaptığı konuşmasında da madencilik faaliyetlerinin bir plan çerçevesinde bilimsel yöntemlerle uygulanmasının önemine değinmiş ve şunları söylemiştir:

“Türkiye’de devlet madenciliği, milli kalkınma hareketiyle yakından alâkalı mühim mevzulardan biridir. (...) Maden Tetkik ve Arama Dairesinin çalışmalarını azami inkişaf vermesini, bulunacak madenlerin rantabilite hesapları yapıldıktan sonra plânlı şekilde hemen işletmeye konulmasını temin etmemiz lâzımdır. Elde bulunan madenlerin en mühimleri için üç yıllık bir plân yapılmalıdır. Ereğli şirketini satın aldığımız ve Ereğli kömür havzasında rasyonel bir üretim plânının günün meselesi olduğunu biliyorsunuz. Bunun ikmâli çabuklaştırılarak kömür üretimimiz kısa bir zamanda en az bir misli arttırılmalıdır. Diğer taraftan Maden Tetkik ve Arama Dairesinin Divriği sahasında bulduğu ve cevher nispeti itibarı ile ehemmiyetli olan demir madeninin süratle işletilmesine geçilmeli ve Karabük Demir-Çelik Sanayiimiz ihtiyaç plânı dışındaki kısmının ihracatına başlanılmalıdır.” 

***

Bu hatırlatmaları yaptıktan sonra  kısaca şu gerçeği de belirtelim...

Günümüzde Cumhuriyetin bu ülkeye armağanı olan Etibank başta olmak üzere tüm kamu kuruluşları madencilik alanından çıkarılmış, banka ve işletmeler tasfiye edilmiş ya da taşeronlaştırılmıştır...

Bunun sonucunda günümüzde madencilik, sömürgecilerin ele geçirdikleri ülkelerde uyguladıkları türden doğayı kirleten, ormanları tahrip eden, madenlerden elde edilen kazancı küçük bir komisyon vererek yurt dışına ya da kendi kasalarına aktaran, yabancı tekellerin veya imtiyazlı yerli özel özel şirketlerin kazanç alanı haline gelmiştir...

“Kamu yararı” diye bir derdi olmayan bu şirketler çevreye verdikleri zararın yanı sıra iş güvenliğini de ihlal ederek büyük “kazalara” yol açmakta , bölgedeki madenlerin kârlılık oranı düştüğü anda geride siyanür havuzları ve her çeşit zehirli atığı bırakarak işletme alanlarından çekip gitmektedir...

Günümüzde devletin madencilik alanındaki kurum ve kuruluşları ise 1980’li yıllardan itibaren bu şirketlere hizmet eder konuma getirilmiş bulunmaktadır. Eskiden devletin mülkiyetinde bulunan madenlerin önemli bir bölümü taşeron şirketler aracılığıyla işletilmekte, madenlerin getirisi şirketlere aktarılırken geride bıraktıkları zararlı atıklar bizlere kalmaktadır. Örneğin 2019 yılında dönemin Enerji Bakanı Fatih Dönmez, ülkede o yıl 39 ton altın çıkarıldığını, şirketler 2 milyar doları aşkın para kazanırken devletin payına ancak 42 milyon dolar düştüğünü açıklamıştır. Bu para ile bırakın kazanç sağlamayı, şirketlerin geride bıraktıkları atıkları temizlemek ve yaptıkları tahribatı onarmak bile mümkün değildir.

(Devam edecek)