Balıkesir'de bir zincir restoranda motokurye olarak çalışan 20 yaşındaki Ata Emre Akman, sipariş bıraktığı evden çıktıktan hemen sonra 17 yaşındaki E.Ö tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Kamera kayıtlarını izlerken dona kaldım; çünkü hayatı şiirle, müzikle, kitapla geçmiş, babasının deyimiyle çevresindekilerin sevmeyi ondan öğrendiği delikanlı, neye uğradığının şaşkınlığı içerisindeydi. Savunmasızdı. Şiddetten ne kadar uzak bir dünyada yaşadığı o kadar belliydi ki…
Aynı günlerde İstanbul’da, bir öğrenci, okuduğu özel liseden atılmasından sorumlu tuttuğu ve aralarında geçen tartışma dolayısıyla husumet beslediği okul müdürü İbrahim Oktugan'ı vurarak öldürdü.
Acıyla ve ürpererek ifade etmek gerekirse çok sıradanlaşmış artık hiç garipsemediğimiz şiddet olaylarından sadece iki örnek bunlar…
AKP’yi desteklediğini ifade eden bir kadının da söylediği gibi “doktor dövebilme özgürlüğüne sahip” bir ülke Türkiye… Trafikteki basit bir yol verme kavgasında sopalar-silahlar konuşuyor. Uyuşturucu baronları, güpegündüz sokak ortasında çatışıyor. İstediği şarkıyı söylemediği gerekçesiyle sahne sanatçısını öldürmeyi kendine hak görenler var. Mekan basmalar, gasplar, yurtlardaki taciz, tecavüz, şiddet vakay-i adiyeden sayılıyor. Öyle olmasa Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun, 2024 Nisan ayında 32 kadının öldürüldüğünü raporlamasını günlerce konuşuyor olmalıydık. Şimdi de köpeklerin toplu itlafı gündemde…
Doktorlar, öğretmenler, kuryeler, kadınlar, ağaçlar, can dostumuz kedi ve köpekler kısacası herkes ve her şey şiddetin hedefinde… Ama ne devleti yönetenler ne toplum, çalan alarm zillerine aldırıyor.
Toplum alarm veriyor; çürümüş, kokuşmuş yapı bünyede büyük tahribatlar yaratırken, öyle yaygın bir şiddet dalgası yaşanıyor ki, özel güvenlikli sitelerde oturmak bile insan için kurtarıcı olmuyor ve her yer bir cehenneme dönüyor. Nitekim, Ata Emre’nin babası, “İstanbul’dan korkuyor, Balıkesir’den korkmuyordum” derken acı bir gerçeği yüzümüze çarpıyor; bizim için güvenilir bir yer yok. Sığınabileceğimiz bir ada yok.
Balıkesir de İstanbul da cehennemden farksız.
Dayağın cennetten çıktığına inanan, “kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etme” türünden söylenmiş atasözlerini onaylayan toplum için bütün bu yaşanılanlar kader…
Fakirlik ve cehaletten kırılan ülkelerde ölümler kader denilerek geçiştirilebilir mi? Bu tanrının nasıl bir gazabı vardır ki bize ölüm yağdırıyor. Üstelik günde beş vakit şükranlarını sunan bir toplum için… Ata Emre’nin annesinin söylediği bir cümle çok çarpıcı. Meğerse geçen yıl tek başına 11 ülkeyi dolaşmış oğlu. “Koca Avrupa’da farklı farklı ülkelerde bir şey olmadı da kendi ülkemde Balıkesir gibi bir yerde böyle şeyler yaşadık” diyor.
Doğrudur; dünyayı dolaşırsın da Türkiye’de başına gelmedik kalmaz. Çünkü, toplum hastalıklı olduğu gibi devlet de suçlulara caydırıcı cezalar uygulamıyor. Katilin 17 yaşında olduğu söyleniyor ama 6 ayrı suç kaydı var. Babası da cinayetten cezaevinde yatıyor.
Daha 17 yaşında olan biri bu suçları nerede, nasıl işlemiş? 18 yaşından küçük çocuklar için uygulanan rehabilitasyon süreçlerinden geçmiş mi geçmemiş mi şimdilik bilinmiyor.
Bütün bu soruların önemi var mı yok mu bilmiyorum. Genç bir üniversite öğrencisi iken hayatının baharında toprağa düşen Ata ve bu büyük acıyı yaşayan ailesi için anlamsız… Ama başka trajedileri yaşamamak için de mutlaka bir cevabı olmalı…