Narin'in cinayetini mesela unutuyoruz. Leyla'yı unutuyoruz. İstanbul Sözleşmesi'ni unutuyoruz. İkbal'i unutuyoruz. Mesela zam geliyor eski fiyatı unutuyoruz. Ne bileyim teğmenleri unutuyoruz. Biz çok çabuk unutuyoruz. Belki de en büyük sorunumuz tam olarak budur...
Narin'in cinayeti gündemde sadece bir ay kalabildi. Leyla 1 hafta... Sürekli yeni ve kötü olaylar görmek ve duymak mı bizi bu kadar "unutkanlaştırdı" yoksa üst üste geldikçe bizim mi dayanacak gücümüz kalmadı? Sahi biz neden bu kadar yorgunuz yıllardır?
Evet, ben de sizlerle aynı hislere sahip bir şekilde yazıyorum, çiziyorum. Kendimizi korumakla olaylara duyarsız kalmamak arasında sürekli gidip gelen insanlara dönüştük. Mesela aile yapılarımızdan şüphelendik, dostlarımızdan, komşularımızdan... Bu nokta peki bizi nereye götürecek? Bu melankoliklik sarmalının içinde kaybolmaya mahkum insanlar mı olacağız? Haberlere baktıkça umudunuzu mu yitiriyorsunuz? Ne mutlu bize, yitiriniz... Aslında umutsuzluk, sanıldığı gibi kötü bir şey de değil. Çünkü umutsuz insanlar aslında "DUR!" diyebilmeyi başarmış insanlardır. Umutsuz musunuz? Öyleyse halen umut var demektir...
Biliyorum kulağa çok saçma geliyor ancak tarihte hiçbir iyiye doğru ilerleme süreci "umutlu" anlarda gerçekleşmemiştir. Mucizeler, mucize gerektiren anlarda vuku bulmuştur. Bu yüzden aslında toplumlar için "umutlu olmak" bir sorundur. Çünkü gökten bir yardım gelip de durumun düzeleceğine inanırsınız. Oysa umutsuzluk bireye sorumluluk verir. Bu kadar paradoksal cümlenin ardından velhasıl unutmamalı insan, hatırladıkça umutsuzluğa düşüyorum diye bu umutsuzluktan korkmamalı...