Efendim literatürde ne kadar yeri vardır bilmem ama ben bir süredir seçimfobik (böyle bir kelime var mı bilmiyorum yoksa derhal Türk Dil Kurumu dilimize olan katkımdan dolayı en azından bana bir plaket/tabak bir şey versin) birisine dönüştüm. Hemen izah edeyim, seçimfobik: seçimlerden tamamen ümidini kesmiş, beklentisi olmak şöyle dursun kötü hiç bir şeye şaşıramayan, genellikle popülistlerden bıkmış ancak derdini anlatamayan gariban vatandaşlara verilen isimdir. Aman nolur yarın bir gün seçim olur bu yazıyı gösterip de "Oy verme, dedi." sonucunu çıkarmayın, beterin beteri hep olduğu için itinayla sıtmayı seçiniz. 

Gelelim asıl konuya, ABD seçimlerine... Amerikan seçim sistemi başka adaylar olsa da genellikle 2 aday etrafında şekillenmektedir. Bu adaylar Demokratlar ve Cumhuriyetçiler içerisinden çıkar, bu yönüyle de demokratik çeşitliliği sorgulanmaktadır. Öncelikle Trump'ın seçilmesi ne anlama gelmektedir, ne vaadleri vardır ve kitlesi nasıldır bunu inceleyelim.

Pek çok skandalla ve nefret söylemi içeren konuşmalarıyla tanınan Trump'ın tekrar seçilmesi en başta göçmenlerin, kadınların, çevrecilerin, beyaz üstünlükçü anlayışın dışındaki tüm etnik ve dini grupların dışlanması anlamına gelmektedir. Daha doğrusu beyaz, Hristiyan, zengin, erkek, yerel muhteşem beşlisine sahip olmayan herkes artık hedeftir. Bu aslında gerçekten korkutucu bir senaryo çünkü son yıllarda seçilen liderlerin hepsi inanılmaz agresif, kadın/azınlık/hayvan/çevre/göçmen düşmanı, kötülüğü sıradanlaştırmış, popülist liderlerdir. Kitleleri oldukça lümpendir. Bu liderlerin tek vasfı özgüvenli, zorba cahiller yaratmaktır. Üstelik ABD gibi kilit rol oynayan merkez ülkelerin liderleri dünya barışı için büyük tehdit oluşturma tehditine sahiplerdir. 

Seçim vaadlerine bakılırsa muhafazakar Hristiyan kitleden oldukça büyük destek alan Trump, kürtaj ve göçmen karşıtlığı, yabancı düşmanlığı ile tanınmaktadır. En başta belirttiği vaadler özellikle Meksika'dan gelen göçmenlere karşı çok daha etkili tedbirler alınacağı yönündedir. Bunun haricinde Filistin konusunda ABD dış politikası oldukça net bir şekilde İsrail taraftarı bir tutum sergilemektedir. Bu durum Trump ile yakın zamanda özdeşleşecek olsa da Harris'in yaptığı konuşmalarda da Amerikan dış politikasında İsrail ile ilişkilerde herhangi bir değişiklik olmayacağı ve ABD'nin tarafının net olduğu sıklıkla belirtilmiştir. Ancak elbette Harris'in klasik havuç uzatan demokrat tutumu ile Trump'ın sopası birbirinden oldukça farklı dış politikalar yaratacaktır.

Seçim sonuçları bir kez daha göstermektedir ki Amerikan toplumu sadece vaadlere değil adayların "kimliklerine" oy vermişlerdir. Kadın ve siyahi bir aday olan Harris, ırkçılığın ve seksist düşüncelerin de haliyle hedefi olmuştur. Ülke içindeki dominant kimliğe sahip olmayan ve nefret söylemi kullanmayan siyasetçilerin her seçim cezalandırılması ise toplumların demokrasi kisvesi altında günbegün cahilleştirilmesinin ne yazık ki bariz bir sonucudur. 

Efendim özetle, kötü günler geride kaldı sırada daha kötü günler var...