Türk dış politikası konusunu yazmadan önce açıkça söyleyebilirim ki "Acaba yazmalı mıyım?" sorusunu kendime yönelttim. Gidişat bu kadar belirsizken bunun nasıl analizi yapılabilir? Ancak burada siyaset bilimci kimliğimden önce gazeteci kimliğimi öne çıkararak bu belirsizliği sizlere aktarmayı daha doğru buluyorum. Bu bir denge politikası mı yoksa çorba tarifi mi birlikte göreceğiz... 

Öncelikle Türkiye Cumhuriyeti, NATO üyesi (üstelik oldukça erken üye olmuş bir ülke), Avrupa Birliği'nde ise aday statüsüne sahip bir ülkedir. Biliyorum, uzun zamandır AB gündemimizde olan bir konu değil ancak halen aday üye olduğumuz gerçeği ve Avrupa / ABD ile kurulan köklü ilişkileri de gözardı edemeyiz. Aynı zamanda Erdoğan da yaptığı açıklamalarda AB üyeliğinin tekrar gündeme getirilmesi gerektiğini yakın zamanda yineledi. Şimdi ise bir BRICS Topluluğu (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) ile kurulan ilişkiler ve hatta üyelik durumu gündemdedir. Aynı zamanda Türki Cumhuriyetler ile kurulan ilişkileri de belirtmeliyiz ve tabii ki Arap ülkeleri... Peki bu her kapıyı çalan politika ne anlama gelmektedir?

Şununla başlayalım: Hiçbir ülkenin yüzü tek bir tarafa dönük olmamalıdır. Diplomasi zaten kurulan ilişkilerin önemini vurgular ve geliştirmeyi amaçlar. Ancak şu da bir gerçek ki, her yere ve her şeye aynı anda dahil olmaya çalışmak ve sürekli kısa vadeli dış politika oluşturmak bizim aramızı kimseyle iyi yapmayacağı gibi aynı zamanda bize olan güveni de sarsmaktadır. Bu süreç İnönü döneminde olduğu gibi bir "Denge Politikası" şeklinde ilerlerse oldukça faydalanılabilecek bir dış politika yaratacaktır ama eğer kısa vadeli oluşturulan politikalar yıkıcı bir şekilde kendisinden öncekini sürekli yok ederse bu sadece bizleri 'eldeki bulgurdan edecektir'. 

Bir diğer yandan BRICS üyeliği konusunda derin şüphelerim olduğunu belirtmeliyim. Bu ülkelerin rejimleri oldukça otoriterlerdir. Üstelik Türkiye yıllardır savunma stratejisini NATO ile uyumlu bir şekilde biçimlendirmektedir. Bu üyelik konusunda daha dikkatli davranılması gerektiği kanısındayım. Bu ülkelerin hepsinin 2 ortak özelliği var: 1- Oldukça güçlü ekonomilere sahip olmalarına rağmen halklarının refah içinde yaşayamaması ve sosyal adaletsizliğin oldukça yüksek olması.  2- Otoriter rejimler olmaları. Bu üyelikle birlikte Türk demokrasisi ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasal Normları'ndan birisi olan 'sosyal devlet anlayışı' daha da yıpranacağı bir süreç içerisine dahil olacaktır. 

Oluşturulan dış politika istikrarsızlaşmaktadır. Yeni müttefikler aramak uğruna eskileri kaybetme ihtimali göze alınmamalıdır. Bu süreçte yineleyerek söylüyorum İsmet İnönü'nün Denge Politikası esas alınmalı ve Türk bürokratik geleneği eskiden olduğu gibi güçlendirilmelidir. Biliyorum, uzunca bir süredir bu söylemlerden uzağız ancak ben politikanın yarattığı karamsar ve popülist dili kullanmayı asla tercih etmiyorum. Siyasi söylemin tekrar hakettiği yüksek dile kavuşması gerektiğine inanıyor ve derinden arzuluyorum.