Toplumsal çürüme bugünlerde sürekli gündemde olan bir konu. Pek çok kişi konuşmasında buna referans veriyor, ancak ne olduğu konusunda net bir açıklamaya rastlayamıyoruz. Evet, herkes toplumun çürüdüğünün farkında ancak nasıl çürütüldüğü tartışılmadığı sürece yine çözümden kendimizi arındırmış oluyoruz. Sanki uzakta, orada bir yerde bir toplum var da o çürüyormuş gibi bir bakış açısı yaratıyoruz. Oysa o toplum biziz. Sensin, benim ve çürüyen bizleriz. Nasıl çürüdüğümüzden bahsedeceğim daha doğrusu nasıl çürütüldüğümüzden.
Öncelikle toplum olarak özünden bozuk olduğumuz kanısına varmak bizi kendimizden daha da soğutup çözüme ulaşmaktan alıkoyacaktır. Hiçbir millet özünde iyi veya kötü değildir. Politikalar toplumu iyileştirir veya kötüleştirir. Bu konuyu biraz daha açalım: Tam olarak toplumun nesi bize bozuk gelmektedir? Bu bozukluğu önlemeye neyin gücü yetebilir? Ve en önemlisi toplumu ne bozar? Çünkü neyin bozduğunu bulamazsak neyin düzelteceğini de bulamayız...
Toplumu her türlü keyfilik daha doğrusu hukuksuzluk bozar. Hukuk kuralları bir kişi için istisna yaratırsa herkes için yaratır. Bir başka yönüyle: Birimiz için hukuk yoksa aslında hiçbirimiz için yoktur. Zorbalığı ve ayrımcılığı engelleyemeyen, toplumda şiddeti cezasız bırakan yani meşrulaştıran, adaletsizlik duygusunu bir kez kamuoyuna tattırmış bir hukuk sistemi çürümüştür ve çürüyen her şey gibi etrafındaki her şeyi de çürütür.
Toplumu sürekli idealize ettiğimiz için olsa gerek, çürümesini de romantize etmeyi tercih ediyoruz. Hayır ahlaksız bir toplum değiliz ama keyfiliklerle
Bu yüzden toplumun çürümesini durdurmanın tek yolu insan hakları çerçevesinde alınan kararların adil bir şekilde uygulanması ve yasaların suça karşı yıldırıcı olmasıdır.