Zamanda geriye gidip yaptıklarımızı değiştiremeyeceğimizden, hatalarla hem şimdiki zamanda hem de gelecekte başa çıkmak zorundayız.Nitekim siyasi tarihimizde iktidarlar çok yanlışlar yaptı.
Geçmişi de hatırlamamız gerekiyor.1950’li yılların başında demokrasi ile tanıştık. 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’nin iktidar olmasıyla çok partili hayata geçtik.Bu dönemde koalisyonlarla da tanıştık.1965 seçimleriyle -12 Mart ve 12 Eylül’ü de gördük. Bütün bunlar demokrasiyi hazmedememenin sonucuydu.1983-2002 seçim dönemlerinde çeşitli hükümetler iş başına geldi; geçti.2002 yılında yapılan seçimle tek parti dönemine döndük. “Her sırtını sıvazlayanı dost sanma! Belki de bıçak saplayacağı yeri yokluyordur.” sözünü duysanız, aklınıza ilk olarak hangi ülke gelir? Ben Amerika derim .Marshall yardımıyla kanımıza girmiştir. NATO’ya girmemiz, KORE’ye asker göndermemiz onun eseriydi. Sonraki yıllarda ise; hem güzel ülkemizi, hem de tüm dünyayı yöneten bir devlet oldu. Şimdilerde yaşadıklarımızı ise tarihçilerimizin yorumuna ve saptamalarına bırakıyorum…
Ülkenin bugünkü durumu, 1950'den itibaren laikliğin adım adım yok edilmesi ve dinin siyasetin tam göbeğine monte edilmesinin ulaştığı son noktadır. Laiklik hakkıyla uygulanıp tüm inançlar siyasetin-devlet yönetiminin dışına atılmadıkça bu ülkenin başı dertten kurtulmaz.Ne ile karşı karşıya olduğumuzu bilmeden, düşmanı tanımadan, onun stratejilerini ve geçmişte yaptığımız hataları görmeden, düşmanla nasıl mücadele edebiliriz? Önce düşmanı tanımalıyız ki, onunla mücadele edebilelim!.
Son dönemde yaşadığımız sorunlarda ülkeye çok büyük bir risk yarattığına inandığım ve demokratik bir cumhuriyette mutlaka olması gereken iki husus var; biri hesap verebilirliğin işlememesi, diğeri yönetimde açıklığın olmaması. Yapılan işlerin toplumdan gizleniyor ve kapı arkasından topluma rağmen iş çevriliyor olması.
Toplumun yozlaşması ve yaşanan ahlaki çöküntü tüm bu yanlışların sonucu. Yaşadığınız durumlar ülkenin bir kısmı tarafından sorun değil, çeşitli kazançlar elde edebilmek için bir fırsat olarak görülüyor ne yazık ki. Aslında yozlaşma ve ahlaki çöküntü belirttiğiniz sebeplerin sonucu fakat aynı zamanda gelecekte de saydığınız durumların devam etmesinin sebebi olacak. Kötü bir paradoksun içinde sıkıştık kaldık yani. Midesi aç insanı doyurabilirsiniz ama gözü aç insanı doyurmak nerdeyse imkânsızdır. O yüzden Türk toplumunu çok yıpratıcı bir süreç bekliyor…
Ülkeyi de aile gibi düşünürsek ; kredi ile ev, araba vs alıp durmuşuz. Borç gelirimizi aşmış, borcu borçla çevirmeye başlamışız ve artık kredi verecek banka da kalmamaya başlamış. Özelleştirme vs adı altında varlıklarımız icradan satılmaya başlamış biz de aile içi iletişim, demokrasi, çocukların eğitimi, komşular vs konuşuyoruz.
Bir aile borç batağına batarsa ne olur? Karı koca kavgası başlar, huzur kalmaz vs. O borçlar ödenip kasada zenginiz diyecek kadar varlık olmazsa demokrasiyle, hukukla vs ile karın doyar mı? Aç adamdan korkacaksın, tok adamdan zarar gelmez derler. Sonuçta öncelik borçların ödenmesi. Sonra hukuk, sonra adalet,sonra demokrasi, ve mutluluk… Hepsi gelir.