Rant uğruna yeni doğan bebekleri bağlantılı oldukları özel hastanelerin yoğun bakımlarında tutan ve bununla yetinmeyip bebekleri de öldürecek kadar gözünü karartan Yenidoğan çetesi, sağlık sektöründeki ölümcül politikaları bir kez daha gündeme getirdi. Eğitim ve sağlık gibi en temel insan hakkının vahşi piyasanın insafına terk edilmesiyle sonuçlanan bir süreçten bahsediyoruz bu. Ve diyoruz ki, özelleştirme öldürür.

 Bu vesile ile 1990’lı yıllarda Türk Tabipleri Birliği yönetiminde uzun yıllar görev yapan Ata Soyer hocamızı saygı ve minnetle anıyorum. Kendisi, toplumcu bir hekim, bir halk sağlığı uzmanı olarak sağlık hizmetlerinin kamusal bir hizmet kapsamından çıkarılıp özelleştirilmesine dair politikalara şiddetle karşı çıktı. Hem demokratik bir mücadelenin ön saflarında yeralarak hem de bugün değeri daha iyi anlaşılan eserlere imza atarak… 25-30 öncesinden bugünleri gören bir anlayışla çaba harcadı ama toplumun Ata Soyer ve onun gibilerin mücadelesine yeterli desteği verdiğini söylemek mümkün değil. Ne yazık ki, o gün susan toplum bugün stent tacirlerinin bebek katillerinin elinde can çekişiyor.

 Esas itibariyle şunu söylemek lazım: İşin içinde bebekler bulunduğu için ayrıca bir hassasiyet yaratan Yenidoğan skandalının erişkinler için de geçerli olduğunu söylemek mümkün. Çünkü aynı rant düzeni erişkin hastalara yönelik de kurulmuş durumda. Erişkin hastalar da özel hastanelere yönlendiriliyor, onlara da gereksiz bir dolu tetkik ve tedavi uygulanıyor. Kim bilir, kaç erişkin hasta özel hastane odalarında bilerek isteyerek günlerce tutuldu; hatta öldüğü halde hala tedavi uygulanıyormuş gibi gösterilerek yakınları yüklü faturalar ödemek zorunda bırakıldı. Kuşkusuz elimizde bir veri yok ama kamuoyuna yansıyan veya çevremizde gördüğümüz bir dolu örnek var.

Bu bir politika… Artık tedavi yapamayacak kadar içi boşaltılan devlet hastanelerinden özel hastanelere müşteri yaratma politikası bu. Tıpkı, devlet okullarının çökertilip, özel okulların açılmasının teşvik edilmesi, eğitimin tarikat ve cemaatlerin kurumlarına yönlendirilmesi gibi… Bunun adına Sağlıkta Dönüşüm Programı deniliyor. Çerçevesini belirleyen Dünya Bankası ve IMF gibi uluslar arası kuruluşlar. Uygulayıcıları da yerli ve milli olduklarını söyleyen hükümetler…

Hatırlanacağı gibi, Dünya Bankası’nın Haziran 2022’de Türkiye’ye sunduğu rapor, AKP hükümetleri tarafından harfiyen uygulandı. Sosyal güvenlik örgütleri birleştirildi, genel sağlık sigortası sistemi getirildi ve kamu hastaneleri özerkleştirildi. Sağlıkta Dönüşüm Programı öncesinde özel hastanelere hasta sevki belli kurallara bağlanmıştı; dolayısıyla istisnai durumlarda sevk yapılabiliyordu. Ancak, 2003 yılında özel hastanelerden hizmet satın alma yolu açıldı.

 Açılış o açılış…

 Kuralsız, güvencesiz çalışmanın yaygınlaştırılması anlamına gelen sözleşmeli personel uygulaması, Genel Sağlık Sigortası sistemi ile bütçeden sağlığa ayrılan payın azaltılması ve bireylerden alınan payın artırılması, 2011 yılında ise devlet hastanelerinin özerkleştirilmesine imkan veren yasanın çıkarılmasıyla bu alan tamamen gözü dönmüş, kuralsız, denetimsiz çalışan özel hastanelere bırakıldı.

 Rakamlar çok net:

Devlet hastanelerinde yenidoğan yoğum bakım yatak sayısı 4738 iken bu sayı üniversite hastanelerinde 1617, özel hastanelerde ise 7248. Özel hastanelerin yenidoğan yoğun bakım yatak sayısı, kamu hastanelerinden yüzde 14 fazla…
2002-2022 yılları arasında devlet hastanelerinin sayısı yüzde 18 artışla 774’ten 915 ’e, üniversite hastanelerinin sayısı yüzde 36 artışla 50’den 68’e çıkarken özel hastanelerin sayısı yüzde 111 artışla 271’den 572’e yükseliyor. Devlet hastanelerinde yatan hasta sayısı yüzde 71, özel hastanelerde ise yüzde 619 artıyor. Aynı şekilde ameliyat sayıları da özel hastanelerde daha çok artış gösteriyor. 

Sonuç; Yenidoğan çetesi ve açığa çıkmamış daha nice sağlık tüccarları, uzayan kuyruklar, randevu alamayan veya hiç tedavi olamayan hastalar…