Birkaç ay önce uzun bir aranın ardından yolum Ulus’a düştü. Eski Türkiye’nin Ulus’undan eser kalmamıştı. Sırf inşaat işi çıksın da bu çarpık ekonomik düzen varlığını devam ettirsin diye sağlam binaları dahi teker teker yıkıp, altyapıyı düşünmeden artırılan inşaat alanlarıyla Ulus, başka bir Ulus’tu. Gerçi sadece Ulus değil, sadece Kızılay değil memleketin dört bir yanı hafriyat alanına, moloz yığınına döndü. Dur durak bilmeyen inşaat sektörü, Moğol istilası gibi her şeyi yıkıp geçiyor.
Teşbihte hata olmaz derler. Türkiye, sadece mekansal olarak molozlaşmadı, insanını da bir artığa dönüştürdü. Nereye al atsanız, elinizde kalan, lime lime dökülen bir ülke var. Ulus’ta kederli kederli dolaşırken, İş Bankası’nın tarihi binasının karşısında bir tabela gördüm. Hacı Bayram Veli Üniversitesi… Demek o Gazi Üniversitesi’ni parçalayarak oluşturulan üniversite bu üniversite idi.
Abartı değil, karalamak değil ama gerçekten de bir apartmandan ibaretti üniversite. Yıkılan Ulus değildi sadece eğitim ve onunla beraber bir neslin hayallerinin de moloz yığını altında kaldığının abidesi olarak orada öylece duruyordu. Bir ülkenin geleceğinin nasıl berhava edildiğinin ibretlik şahidi gibiydi tabela.
Kahrolmamak, efkarlanmamak, öfkelenmemek elde değil.
Iğdır’da, Batman’da, Şırnak’ta, Burdur’da apartmandan bozma mekanlarda üniversite okuduğunu zannetmesini istediğimiz gençlik, gerçeklerle yüzleştiğinde bizi affeder mi acaba? Suçu, kişisel beceriksizliğinde mi sistem bozukluğunda mı bulur tartışılır ama kanaatimce milyonlarca genci merdivensiz kuyulara atıyoruz. Dağa taşa gecekondu yapar gibi üniversite açmak, yapılabilecek en büyük kötülük; daha ötesi yok. Bu üniversitelerden alınan diplomanın da zaten hiçbir kıymeti yok.
İçanadolu Sanayici ve İşinsanları Dernekleri Federasyonu Başkanı Süleyman Ekinci, bir açıklamasında “Türkiye üniversite çöplüğüne döndü” diyor ve ekliyor: “Plan, plan, plan lazım bize”
İstanbul Planlama Ajansı, birkaç gün önce İstanbul’daki barınma krizini üniversite öğrencileri üzerinden incelediği raporunu açıkladı. Rapor, nitelik kazandırması gereken eğitimin aslında genç nüfusu nasıl hiçleştirdiğini anlatıyor bize. Her bir veri, ülkenin gidişatına dair çok önemli ipuçları barındırıyor. Rapora göre, İstanbul’da 58 üniversite var ve bunların içinde sadece 11’i devlet üniversitesi. Oysa 1993 yılında 8 devlet üniversitesinin sadece biri vakıf üniversitesi.
Bu durumda, öğrenci sayısı da hızla artıyor. Öyle ki, son 10 yılda 2014- 2015 öğretim yılında yaklaşık 450.000 olan öğrenci sayısı 2023 - 2024 eğitim öğretim yılında 800.000 oluyor; haliyle ortaya bir barınma sorunu çıkıyor ve devlet yurtları bu ihtiyacı karşılayamıyor. Yurtta barınma imkanını yakalayamayan, artan yaşam maliyetlerini ve yüksek ev kiralarını ödeyemeyen öğrenciler ise istedikleri şehirde okuyamıyorlar. İPSOS tarafından yapılan araştırmaya göre her 2 öğrenciden 1’i kendi şehrinde üniversiteye gitmek istediğini belirtiyor.
2023 yılından 2024 yılına devlet yurdunda konaklama olanağı bulamadığı için okulunu dondurmayı düşünen öğrencilerin oranı da %13’ten %17’ye yükseliyor.
Bu verinin bize işaret ettiği acı bir gerçek var. O da, varlıklı aile çocuklarının daha iyi üniversitelerde okuyabildikleri, yoksul çocukların ise Eski Türkiye’nin lise ayarında bile olmayan apartmandan bozma, akademik kadrosu zayıf, gecekondu üniversitelere mahkûm oldukları gerçeğidir. Dolayısıyla Şırnak Üniversitesi’nden, Iğdır Üniversitesi’nden alınacak diploma, dünya sisteminin büyük bir değişim ve dönüşüm yaşadığı, dijitalleşmenin, nesnelerin internetinin, akıllı uygulamaların konuşulduğu bir dönemde hiçbir kıymet taşımıyor.
Bu, bir kesimin, çağın zorladığı dönüşüm sürecinin dışına düşmesi anlamına geldiği gibi müthiş bir fırsat eşitsizliği, dolayısıyla sosyal adaletsizliği de yansıtan bir durumdur. Yani eğitim, toplumsal statüyü iyileştirmenin aracı olmaktan çıkmakta, sistem yoksul çocuklarına “yoksulsun sen, yoksul kal” demektedir.