AKP iktidarının ilk Maliye bakanlarından Kemal Unakıtan, hakkında pek çok yolsuzluk iddiası bulunan biriydi. 2003 yılında Tekel’in özelleştirilmesine tepki gösterenlere “Babalar gibi satarız” diyerek meydan okumuştu.
Sahiden de babalar gibi sattılar. Türk Telekom’u, Tüpraş’ı, Tekel’i, Petkim’i, Sümerbank’ı, Şeker fabrikalarını, çimento fabrikalarını, şirket gibi yöneteceğiz dedikleri devletin varlık hanesinden çıkardılar. Gözlerini karartmış bir şekilde ve ülkenin geleceğini, tüm zenginliğini yok etme pahasına satıp savarken o zenginlikleri yaratan Cumhuriyet’le de ideolojik olarak hesaplaştıklarını düşündüler. Şeker fabrikaları, basma fabrikaları savaşlarda varını yoğunu kaybetmiş bir ülkeyi yeniden inşa edenlerin kazandırdığı zenginliklerdi ve o zenginliğin her biri Cumhuriyet ve onun kurucu kadrolarını hatırlattığı için yok edilmeliydi. Öyle oldu, yok edildi.
Gelin görün ki, kurulmuş olan bu sömürü düzeni, yıkılan kamucu anlayış, vatandaşlık bilincinin yerine kulluğun, tebaanın gelişi bizi cehaletin ve sefaletin ortasında dımdızlak bıraktı.
Ancak, sağlık gibi, eğitim gibi en temel insan hakkının dahi ticarileştirilmesi karşısında suspus olanlar, özelleştirmenin rekabet yaratacağı, verimliliği artıracağı yalanını sorgusuz sualsiz kabul edenler yani ülkenin varlıklarının satışına göz yumanlar şimdi ikinci el pazarlarında bu sefer kendi varlıklarını satıyorlar. Ama onlar Kemal Unakıtanvari “babalar gibi satarım” diyemiyorlar, kahırla, gözyaşı ile pazara çıkıyorlar.
Fiziki bit pazarları da, internetteki ikinci el siteleri veya sosyal medyada oluşturulan sayfalarda çaresizliğin, tükenmişliğin göstergesi olan ürün satışları ülke olarak yaşadığımız dramın açık bir yansıması…
Bir ülkede eğer ki şamdan takımları ikinci el pazarlarına düşmüşse ve bunlar öyle tek değil genelleme yapmaya imkan verecek çoklukta ise orada tam bir sefalet var demektir.
Uzun zamandır, ikinci el eşya satış sitelerinde gözlemlediğim gerçek çok dramatik. Eskiden bir öğrenciye ya da bir garibana, fakire yardımseverlik duygularıyla verilen eşyalar şimdi pazara çıkmış durumda. Çayyolu, Bahçelievler, Birlik Mahallesi, Esat gibi orta sınıf semtlerinde oturanların ilanları, Victor Hugo’nun, Emile Zola’nın romanlarında anlattığı türden yoksullaşmanın pençesinde kıvrandığımızın da ilanı…
Orta sınıf şamdanlarını satıyor, ağır, klasik mobilyalarını, alt gelir grubu ise el emeği göz nuru harcadığı çeyizlikleri ve daha neler neleri…
Hepsi de “acil satılık”, “ihtiyaçtan satılık”, “mecburiyetten satılık” “evimi kapattığımdan dolayı satılık” “daha küçük eve geçtiğim için satılık” “komple satılık ev eşyaları” gibi notlarla verilen ilanlarda akla hayale gelmedik ürünlere rastlıyorsunuz. Evi olan borcunu ödemek için evini satıyor, kredi kartını taksitini ödemek isteyen çeyiz sandıklarını açıyor. Danteller, mutfak takımları, yatak örtüleri, traş makineleri, ayakkabılar, beyaz eşya, masalar, sandalyeler, el aletleri, kitaplar, kavanozlar, perdeler, abiyeler…
Aklınıza ne gelirse, bu da mı satılır dediğiniz her şey...  
Örneğin, kullandığınız pijamayı satmayı düşünür müsünüz hiç?
İşte o pijamaları satıyorlar ihtiyaçtan… O pijamanın satışından gelecek üç kuruşa muhtaç bir Türkiye… Nasıl acıklı bir manzara bu? Bir ülkenin batışı daha nasıl anlatılabilir?
Her bir ilan dayanılması zor bir acı, kahır, keder, gözyaşı ve öfke bırakıyor insanda. Her bir ilanda bir başka “Sefiller” yazılıyor, “Gazap Üzümleri” okunuyor, Zola’nın “Toprak”ı yaşanıyor.
Bizim Sivas illerinde pek anlamlı bulduğum bir söz vardır.
Derler ki, “Yurtta olmazsa yüklükte de olmaz”…
Sitemimi de duyurarak ben de diyorum ki; “Unakıtan’a Tekel’i sattırmasaydın, pijamanı ikinci el pazarına çıkarmazdın be güzel kardeşim”