Bu köşede son seçimler ve ondan önceki seçimler öncesinde ne zaman CHP ile ilgili bir yazı yazsak bir gerçeğe dikkat çekmeye, CHP’li yöneticileri ve onlara oy verenleri uyarmaya çalıştık...
O gerçek, CHP’nin gerçek kimliğine, yani Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki demokratik ve anti-emperyalist kimliğine dönmedikçe başarılı olamayacağı gerçeğiydi...
Buna sürekli dikkat çekmemizin nedeni, CHP ile ilgili son yazımızda da belirttiğimiz gibi CHP’nin başındakiler(in),uğradıkları siyasi yenilgileri hâlâ yeterince ABD ve AB yanlısı olmamalarına, gericiliğe yeterince taviz vermemelerine ve seçim taktiklerinin yanlışlığına bağlamaya devam etmeleriydi...
Yazımızı şöyle sonlandırmıştık:
“CHP’nin asıl meselesi, günümüzde kitlelerin meydanlarda, stadyumlarda aramaya çıktığı kimliğini yitirmiş olmasıdır; ama ne parti yönetimi ne de parti içi muhalefet bunun farkındadır...
Hal böyle olunca,insan düşünmeden edemiyor:
Kılıçdaroğlu gitse ne olur, gitmese ne olur!”
***
Sözünü ettiğimiz “köklere dönme” hareketi, CHP’nin İnönü’nün 1946 yılı sonrası izlemeye başladığı, Ecevit, Baykal ve Kılıçdaroğlu dönemlerinde sürdürdüğü ABD yanlısı çizgiden Atatürk’ün “bağımsızlıkçı” çizgisine dönmesi ve bunu da bu özlem içinde olan parti tabanına iletmesini içermek zorundaydı...
Yani, mesele Kılıçdaroğlu’nun gitmesi veya kalması tartışması olmaktan çıkarılmalı, “parti çizgisinin” yenilenmesi olmalıydı...
Bu hareket, hiç kuşkusuz beraberinde geçmişin özeleştirisinin tabana da açık bir biçimde yapılmasını getirecek ve bunun sonucunda o hatalardan sorumlu olanlar yerlerini bu yeni çizginin temsilcilerine terk edeceklerdi.
***
Kısacası, ülkemizde tartışılan demokrasi eğer CHP içinde uygulanacak olsaydı, siyasete girdiği andan itibaren gericilikle uzlaşarak ve onlara daha fazla taviz vererek iktidara gelme çizgisini izlemiş olan Kılıçdaroğlu, bunca yenilgiden ve başarısızlıktan sonra istifa ederek yerini bir başka siyasetçiye bırakır, ancak bu değişim, sürekli seçim yenilgilerine uğrayan bir parti genel başkanının değişmesinden öte bir “çizgi değişimi” olur ve parti yeniden canlanırdı...
Aksi takdirde Kılıçdaroğlu gitse bile, onun yerine gericilikle yeterince uzlaşılamadığı için seçim kaybedildiğini düşünen bir başka “eyyamcı”siyasetçi yönetime gelir, sonuçta lider değişse de CHP’de işler “aynı tas aynı hamam” devam edip giderdi...
Bu durumda CHP toplumun ihtiyaç duyduğu değişimlerin aracı olmaktan çıkar, günümüzde olduğu gibi onun önünde bir engel halini alırdı.
***
Biz, bunları tartışırken Kılıçdaroğlu’ndan herkesi şaşırtan bir “beyanat” geldi...
Gazeteci Saygı Öztürk’ün değişim çağrılarına ilişkin bir sorusuna Kılıçdaroğlu, “CHP'nin değişime değil, yenilenmeye ihtiyacı var. Gazi Mustafa Kemal'in ortaya koyduğu bir çizgi, hedef var. Bunun neresini değiştireceksiniz?" diye yanıt verdi...
Ve devamla şunları söyledi:
“6 oktan birisi olan ‘Devletçilik' konulduğu yıllarda, devletin ekonomiye müdahalesi olarak devletin doğrudan fabrika kurması olarak belirlendi. Ama günümüzde o yenilendi ve ‘Refah devleti' diyoruz. Devletin temel görevi, refah devletini sağlamaktır. Toplumun refah içinde yaşamasıdır. Devletin sosyal devlet olması budur. Milliyetçiliğimiz zaten malum, Türkiye'nin çıkarları üzerine kurulan ya da Türkiye'nin çıkarlarını hedefleyen bir milliyetçilik. Irkçılık temelinde değil. Bizim 6 okumuz belli bunların nesini değiştireceksiniz?”
***
Bu cevabın anlamı şudur:
Kılıçdaroğlu, kendisini Cumhuriyetin ilkelerini temsil eden “6 Ok’un dolayısıyla “Kemalizm”in savunucusu olarak göstermekte ve dolayısıyla böyle bir değişimin gereksiz olduğunu, ama parti kadrolarının “değiştirilerek” (bunu “Kılıçdaroğlu’nu eleştirenleri partiden göndererek” diye de okuyabilirsiniz) “değişim” ihtiyacının ortadan kaldırılabileceğini savunmaktadır...
Kısacası, partisinin Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın deyişiyle Kılıçdaroğlu, “herkesin aklıyla alay etmektedir”!
(Devam edecek)