İnsanlık tarihi bize binlerce kez kötülüğün sınırı olmadığını öğretti, öğretmeye de devam ediyor. Öyle çok yıllar öncesine gitmeye de gerek yok bunu anlamak için. Bugüne ve hatta düne bakmak bile yeterli. Ne kadar görmezden gelsek, unutsak ya da unutmaya çalışsak da yabancı düşmanlığını ve ırkçılığı bir an olsun düşünmek bile, kötülüğün nasıl da sıradanlaşabildiğini bize hatırlatıverir. Kötülük denen şey dipsiz bir kuyu. Her gün en azından birkaçını yanı başımızda gördüğümüz savaş mağduru Suriyeli ya da Ukraynalı mülteciler böyle bir kötülüğün mağdurlarıdır…
İnsanlık tarihinin gelmiş geçmiş en büyük kötülüklerinden biri de Yahudi soykırımıdır. Yugoslavya İç Savaşı ile, Avrupa'nın ortasında uygar dünyanın gözleri önünde orantısız bir güç kullanımı ile büyük bir insanlık dramının yaşanmasına neden olmuştur. Bu dram, insanlığı soykırımın, etnik ayrımcılığın ve nefretin kötü sonuçları üzerinde düşünmeye zorlayan örnek olaylardan biridir.
Savaşların devamlı olarak insanların gelişmeleriyle paralel meydana geldiğine dair yaygın bir inanış vardır.Küreselleşme süreci yeni fırsatları beraberinde getirdiği gibi; aynı zamanda yeni küresel sorunlara da yol açmaktadır. Bu noktada sorunları çözmenin birinci yolu sorunların doğru tespit edilmesinden geçmektedir. Küresel sorunlara karşı duyarsızlaşma küresel sorunların rasyonel bir şekilde kontrol altına alınmasını zorlaştıracaktır. Günümüzde çok sayıda küresel sorun bulunmakla beraber bu sorunların çoğu iç içe geçmiş durumdadır. Örneğin iklim değişikliği sorunu önemli bir çevresel ve etik bir sorun olduğu kadar göç sorunları ile de ilgilidir. Sağlık ve sosyal güvenlik sorunlarını da birbirinden ayırmak oldukça güçtür. Ayrıca insan hakları ve demokratikleşme başta olmak üzere birçok küresel sorun etik bir sorun olarak da değerlendirilebilir. Bu yüzden küresel sorunları birbirlerinden keskin sınırlarla ayırmak oldukça güçtür.
Dünyadaki gelir dağılımının gittikçe eşitsiz hale gelişi nedeniyle günümüz küreselleşme süreci hem ülkeler içinde ve hem de ülkeler arasında dengesiz sonuçlar yaratıyor. Zenginlik yaratılıyor fakat birçok ülke ve birçok halk bunun yararlarına ortak olamıyor. Diğer taraftan ekonomik küreselleşme sonrasında vergi cennetlerinin artması ile; büyük şirketlerin daha az vergi ödemesi sermaye üzerindeki vergi yükünün emek kesimine geçmesine neden olmuştur.
Ekonomik krizler konusunda öncelikli olarak akla gelen kriz ‘1929 Büyük Ekonomik Krizi’dir. Günümüzün küresel dünyasında krizler hem geçmişten gelen problemlerden kaynaklanabildiği gibi, günümüzün küreselleşen dünyasının farklı parametreleri sonucunda da ortaya çıkabilmektedir. Bu noktada şu anda yaşanılan küresel krizlerin daha iyi anlaşılabilmesi açısından geçmiş ekonomik krizlere bakmak yerinde olacaktır. İktisadi düşüncelerin tarihsel gelişimine bakıldığında 1929 Büyük Buhran’a kadar devletin ekonomiyi yönetmesi kabul edilebilir bir yaklaşım olarak görülmemiştir.
Artık günümüzde küresel ekonomi içerisindeki güç dengeleri değişmiştir. Bazıları küreselleşmeyi ABD’nin artan ekonomik hâkimiyetine bağlarken, diğerleri küresel ekonominin özellikle yeni ortaya çıkan ekonomilerin yükselişine paralel çok kutuplu hâle geldiğini belirtmektedir.
‘‘Hayattan öğrendiğim bir şey var. Her yerde kötülük çok kuvvetli ve zor yeniliyor. İyilik daha zayıf kalıyor.”Sevgili Zülfü Livaneli’nin ‘Son Ada’ romanından aklıma kazınan bu sözlerin anlamı daha da önem kazanıyor. Romandaki ada; herkesin elinden geldiği kadarını yaptığı hayali bir ada. Bir gün adadaki ekolojik denge de dahil olmak üzere tüm düzen bozulur, artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Teknolojiden, kötülükten, her şeyden uzakta bir ada ve adada huzurla yaşayan adalıların hayatlarını kâbusa çeviren bir düzen.
İnsanın var olmayan bir umuda sarılıp, gerçekleri söyleyen insanlardan nefret etmeye başlaması ile insanın doğaya karşı olan savaşının kazananı olmadığını anlaması için daha kaç ormanımızın katledilmesiyle kendi ateşimizde yanacağız? Ne zaman sahibi olduğumuz topraklarda ne kadar şanslı olduğumuzu hatırlayacağız? Halkın çıkarının her şeyden üstün tutulması gerektiğini, adalet sistemindeki boşlukların uzun vadede çocuklarımızın geleceğini nasıl etkileyeceğini görebilecek miyiz?