Son günlerde Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki hak iddialarını yakından ilgilendiren iki olay yaşandı...
KKTC'deki Cumhurbaşkanlığı seçimleri, Kıbrıs Türk halkının Türkiye ile birlikte hareket etmesini savunan Ersin Tatar'ın Cumhurbaşkanı seçilmesiyle noktalandı...
Libya'da savaşan iki taraf arasında 'kalıcı' bir anlaşma sağlandı.
***
Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki hak iddialarının iki temel dayanağı var...
Birincisi, deniz sınırlarının belirlenmesi anlaşmazlığında Türkiye'nin hem kendisinin hem de 'Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin (KKTC) haklarını savunuyor olması...
Diğeri, Libya'daki Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile imzaladığı anlaşmanın meşruiyeti.
***
Yaşanan son gelişmelerden, Türkiye'nin hem KKTC, hem de Libya ile ilişkileri etkilenecek...
Biri olumlu, diğeri olumsuz olarak...
Önce birincisini, yani Kıbrıs'ta yapılan seçimlerin sonucunda Ersin Tatar'ın Cumhurbaşkanı seçilmesiyle yolu açılan gelişmeleri ele alalım.
***
KKTC'deki Cumhurbaşkanlığı seçimleri, yalnızca Kıbrıs Türk toplumunu kimin yöneteceğini değil, bu toplumun geleceğinin nasıl biçimleneceğini belirlemesi açısından da önemliydi...
Bilindiği gibi KKTC, uzun bir sürecin sonucunda kuruldu...
İlk aşamada, 1974 yılında yapılan Kıbrıs Harekatıyla Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD) oluşturuldu. Bu aşamada Kıbrıs'taki Türk ve Rum toplumlarının tekrar federatif bir çatı devlet altında birleşmeleri düşünülüyordu...
Bu olmayınca, Kıbrıs Türk Federe Meclisinde alınan kararla 15 Kasım 1983 tarihinde, KKTC'nin bağımsız bir devlet olduğu ilan edildi...
Bağımsızlığın ilan edilmesinin en önemli sebebi, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin (GKRY) birleşme görüşmelerinde kendisini meşru Kıbrıs devletinin tek temsilcisi, Türkleri ise ülkede yaşayan bir azınlık olarak görmesiydi...
Yani, KKTC'nin bağımsızlığının ilan edilmesi, iki toplumun tekrar birleşmesi amacının bir kenara atılmasından çok bir 'eşitlik' arayışından kaynaklanıyordu.
***
Nitekim, KKTC'nin kurulmasından sonra da Kıbrıs'ta tek bir devletin oluşturulmasını amaçlayan görüşmeler devam etti...
Bu görüşmeler sonucunda bakanlıkların en az üçte birinin Türklerden oluşmasını, devlet başkanlığı ve başbakanlığın 10 ayda bir Türkler ve Rumlar arasında el değiştirmesini öngören 'Annan Planı' şekillendi...
Nisan 2004'te planın onayı için yapılan referandumda Türk tarafı yüzde 64,91 oranında olumlu oy kullanırken, Rum tarafı yüzde 75,38 oranında oyla planı reddetti.
***
Bu gelişmeleri kısaca aktarmamızın nedeni, referandumun hemen ardından AB'nin 'sınırları ihtilaflı devletlerin üye yapılmaması' ilkesine karşın Kıbrıs Rum Yönetimini AB'ye alması ve Kıbrıs'taki anlaşmazlığı Türkiye ile AB arasındaki bir anlaşmazlığa dönüştürmüş olmasıdır...
Unutmayalım ki, Kıbrıs'ta seçimi kaybeden Akıncı, Annan Planı'na 'evet' oyu veren kesimin temsilcisi durumundaydı. Eğer Akıncı kazansaydı, her türlü tavizi vererek GKRY'nin egemenliğini tanımaya hazır bir anlayış Kıbrıs Türk toplumuna egemen olacaktı...
Bu da, hiç kuşkusuz, Türkiye'nin Kıbrıs ve Doğu Akdeniz politikası açısından olumsuz sonuçlar doğuracaktı.
***
Libya'daki gelişmelerin Türkiye'nin Doğu Akdeniz politikası üzerindeki etkilerine gelince...
Türkiye'nin Libya ile imzaladığı anlaşmanın muhatabı UMH Hükümeti idi... Türkiye, bu hükümetin BM tarafından muhatap alınması noktasından hareketle anlaşmanın meşruluğunu savunuyordu...
Ancak anlaşmanın ardından bu hükümetin iç çelişkileri nedeniyle Başbakan Serrac istifa kararı aldı. İstifa kararını BM'nin Libya'da çatışan tarafların kalıcı bir ateşkes anlaşması üzerinde anlaştığı açıklaması izledi. Böylece Libya'da tek bir meşru hükümet yerine 'çatışan iki taraf' olduğu BM tarafından teyit edilmiş oldu...
Eğer bu 'iki taraf' önümüzdeki günlerde 'ortak hükümet' konusunda da uzlaşırlarsa (BM, ABD, AB ve Rusya bu yönde baskı yapıyor) bu durum hem Türkiye ile Libya arasındaki MEB anlaşmasını hem de 'askeri işbirliği' anlaşmasını tartışmalı hale getirecek.