Geçtiğimiz ay Avrupa Birliği parlementosu için üye ülkeler genelinde vatandaşlar oy kullanıldı. Seçim sonuçları; sağ popülizmin ve göçmen karşıtlığının dünyanın her yerinde yükseldiğinin bariz bir kanıtı oldu. Oldukça radikal görüşlere sahip partiler parlementoya giriş yapar yapmaz akıllara şu bariz soru geldi: Avrupa Birliği'nin değerleri sarsılıyor mu?

Avrupa Birliği kurucu maddesi gereği insan haklarına saygılı, ifade özgürlüğünü önceleyen, her tür ayrımcılığı reddeden ve en önemlisi hukukun üstünlüğü ilkesini her şeyin üzerinde tutan bir vaadler bütünü, bir düşüncedir. Ancak tutumları gerek diğer ülkelerce gerekse kendi üye ülke vatandaşları tarafından sıklıkla eleştirilmektedir. Bu eleştiriler son seçimlerle zirveye ulaştı ve kurucu ilkelerine aykırı ideolojilerin Avrupa'da kol gezmesi Fransız halkını sokaklara döktü.

Irkçı söylemlerin ve dolayısıyla göçmen karşıtlığının parlementoya girmesiyle birlikte Fransız yurttaşlar tepkilerini gösterdi ve Macron bir erken seçim  çağrısında bulundu. Macron'un gerekçesi halkın Avrupa Parlementosu'nda temsilen seçtiği kişilerin sağ popülist görüşe ait olmaları ve bu kişilerin AB'de Fransa'yı temsil etmesi durumunda hükümet ile Avrupa Parlementosu arasında bir uyumsuzluk olacağı gerekçesiydi. Seçimlerin ilk turu ise bu hafta tamamlandı. Gerçekten de demokrasi radikalleri eledi, halk birbirinin taleplerine sırtını dönmedi ve daha orta yolcu ideolojilere ait adaylar ikinci tura kaldı.

Bu demokrasi açısından neden önemli? Her şeyden önce benim dediğim olsuncu bir anlayışı reddeden bir sağduyu göze çarpmaktadır. İşlerin bocaladığını fark edince radikalleşmek yerine halkın birbirini dinlemesi ve bu doğrultuda fikirlerini değiştirmesi oldukça değerlidir. Oldukça burjuva bir tutum olarak değerlendiriyorum bu seçimleri. Demokrasi gerçekten de radikal olanın önünü kesebilmektedir.

Fransa örneğinde bu tutum kazanmış olsa bile yine de muhattap olunacak Avrupa Birliği genel "yumuşak güç" tutumundan vazgeçme eğilimi taşımaktadır. Oldukça agresif liderlerin seçilmesi özellikle gözlerimizi Rusya'ya çevirmemizin asıl sebebi. AB'nin Ukrayna meselesindeki tutumunun değişmesi muhtemel. Bu süreci elbette NATO'nun aldığı tavır ve yakın zamanda gerçekleşecek olan ABD'deki başkanlık seçimleri etkileyecektir. 

Daha da agresifleşen, ataerkil zihniyeti üreten ve göç olgusuna  günbegün daha da tepkili yaklaşan bir dünya söz konusu. Bu elbette pozitif bir gelecek vaadetmiyor. Yirminci yüzyıldan kimsenin hiçbir ders çıkarmadığı gerçeği ile yine karşı karşıyayız.