Bugün 10 Kasım...
Mustafa Kemal Atatürk'ü kaybetmemizin üzerinden tam 83 yıl geçmiş; ama Atatürk'ün 1923 yılında kurduğu cumhuriyeti bugün bile savunmak zorunda kalıyoruz...
Bunun sebebi nedir?
***
Cumhuriyetimizin kuruluşunu izleyen dönüşümlerin hangi koşullar içinde gerçekleştiği bilinmeden bu sorunun cevabı verilemez...
Fransa'da yaşayan ünlü Lübnanlı romancı ve deneme yazarı Amin Maalouf, 2009 yılında yayınlanan 'Çivisi Çıkmış Dünya' kitabında o koşulları şöyle anlatır:
'Birinci Dünya Savaşının ertesinde bugünkü Türkiye toprakları çeşitli itilaf orduları arasında paylaşılır ve Versailles'da ya da Sevres'de toplanan Batılı güçler duygusuz biçimde insanlara ve topraklara sahip olurken Osmanlı ordusunun bu subayı (Mustafa Kemal Paşa) galiplere hayır deme cesaretini göstermiştir. Birçokları karşılaştıkları haksızlıklardan yakınırken, Mustafa Kemal Paşa silaha sarılmış, ülkesini işgal eden yabancı birliklere karşı koymuş ve diğer güçleri tasarılarını gözden geçirmek zorunda bırakmıştır. Bu ender rastlanan tutum -söylemek istediğim hem yenilmez olarak ün salmış düşmanlarına karşı direnme gözüpekliğini sergilemesi, hem de bu savaşımdan galip çıkması- onun meşruiyet kazanmasına yol açmıştır. Kısa süre içinde 'ulusun kurucusu' konumuna gelen eski subayın Türkiye'yi ve Türkleri istediği gibi yeniden biçimlendirmek için uzun süreli bir gücü vardır artık. Azimle işe koyulur. Osmanlı hanedanına son verir, halifeliği kaldırır. din ile devlet işlerini birbirinden ayırır, sıkı bir laik sistem kurar, halkından Avrupalılaşmasını ister (...) Halkı da onu izlemiştir. Çok da şikayet etmeden, gelenekleri ve inanışları altüst etmesine izin vermiştir. Neden? Çünkü halkını gururlandırmıştır. Halka haysiyetini veren kişi ona pek çok şeyi kabul ettirebilir.' (s. 80-81)
***
Maalouf'un da haklı olarak işaret ettiği gibi, Mustafa Kemal Atatürk, sıradan bir politikacı değildi...
O, tutsak edilmek istenen bir toplumu emperyalistlerin ve yabancı orduların elinden kurtarmış, 'halka haysiyetini vererek onu gururlandırmış' ve yüzlerce yıl boyunca ezilen 'bu toplumu ulusa dönüştürmüş büyük bir 'kurtarıcı'ydı...
Toplumu yeniden biçimlendirmek için gerekli gücü de ancak bu mücadelelerden başarıyla çıkması nedeniyle kazanmıştı.
***
Daha açık bir deyişle, kendisini 'ümmet' olarak gören Osmanlı toplumunun Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına dönüşme süreci, bir çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi 'aşağıdan', yani toplumun ve kitlelerin reformlar için mücadele ederek bunu yöneticilere kabul ettirmesi şeklinde olmamış...
Tam aksine 'yukarıdan' yani ülkesini bağımsızlığa kavuşturarak büyük prestij kazanmış bir kurtarıcının çevresindeki dar bir grupla birlikte 'toplumu ve devleti yeniden biçimlendirmesi' biçiminde gerçekleşmiştir...
Bu süreçte, bir çok zorluklar yaşanmış, toplumun önemli bir bölümü Atatürk'e duyduğu güven ve saygıdan dolayı bu değişimleri kabul ederken, küçük bir azınlık değişime direnmiş, giderek ayaklanma ve Atatürk'e suikast gibi girişimlerle onu engellemeye çalışmıştır.
***
Atatürk, Milli Kurtuluş Savaşı'nı başlatmak için Samsun'a çıktığında daha sonra yapacağı işlerin tamamını bir siyasi program halinde halka ilan etmiş olsaydı, hiç kuşkusuz bu program o günün koşullarında toplumun büyük bir çoğunluğu tarafından yadırganır, hatta reddedilirdi...
O nedenledir ki, Mustafa Kemal Paşa, başta cumhuriyetin ilanı olmak üzere yapmayı düşündüğü dönüşüm ve reformları ancak Milli Kurtuluş Savaşı'nın başarıyla tamamlanmasının ardından koşullar müsait hale geldiğinde açıklamış ve hayata geçirebilmiştir...
Bunu yaparken de kimi zaman en yakın arkadaşları tarafından bile 'hayalci' olmakla eleştirilmiş, hatta bu arkadaşların bir kısmı ona karşı mücadele etmiştir.
***
Cumhuriyetin kurulmasına ve Hilafetin kaldırılmasına tepki olarak Rauf Bey ve Kazım Karabekir gibi 'eski dostlar' tarafından kurulan Terakkiperver Fırka'nın öyküsü bunun bir örneğidir...
Bir başka örnek, 1928 gibi oldukça geç bir tarihte gerçekleştirilen 'Dil Devrimi'dir...
Bu dönüşüm sırasında onun en yakın çalışma arkadaşlarından İsmet İnönü bile bu girişimin başarısına inanmamış ve daha sonra anılarında bunu şöyle itiraf etmiştir:
'Atatürk yeni harfler meselesinde hepimizden daha evvel karar sahibi olmuş görünüyordu. Ben bu işin başında çok tereddüt gösterdim. Daha önce Enver Paşa'nın yaptığı teşebbüs gibi başarısızlıkla sonuçlanmasından korkuyordum.'
(Devam edecek)