Cumhuriyet üzerine yazılarımızda, bu olayın tarihimizde yaşanan en önemli devrim olduğunu...

Ve uzun sayılabilecek bir tarihsel birikim üzerine otursa da, Mustafa Kemal Atatürk'ün, bu devrimde tek başına belirleyici bir rol oynadığını vurguladık...

Bugün, bu devrimin ülkemizin gelişmesinde nasıl bir rol oynadığı üzerinde duracağız.

***

Devrimler, bir 'olay' gibi görünürler; ama genellikle bir 'süreç'tirler...

Bu süreç, 'olay'ın öncesini ve sonrasını kapsar...

Ve olaylar ancak o süreç içinde anlam kazanırlar.

***

Genç Osmanlılar hareketinden Mithat Paşa'nın 'Anayasal meşrutiyetine'...

O hareketin yenilgisinden sonra Abdülhamid döneminden II. Meşrutiyete...

Oradan Milli Kurtuluş Savaşı'nın zaferine giden yol anlaşılmadan nasıl Cumhuriyet'in ilanı anlaşılamazsa, Cumhuriyet sonrasında yaşananlar anlaşılmadan da 'Cumhuriyet olayı' doğru bir biçimde değerlendirilemez.

***

Cumhuriyet, demokratik devrim süreci içinde önemli bir dönüm noktasıydı...

Ama eğer o noktada kalsaydı, varlığını sürdüremez ve daha sonra kazanacağı tarihsel önemi kazanamazdı...

O nedenle, Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Paşa'nın cumhuriyet sonrasında yürüttüğü mücadele en az Milli Kurtuluş Savaşı kadar önemliydi.

***

Bu mücadelenin ilk adımı hilafet makamının kaldırılmasıydı...

Çünkü demokratik devrimlerin ve modern cumhuriyetlerin ortak özellikleri, içinde doğdukları toplumları 'kul' olmaktan çıkarıp 'millet' haline getirmektir...

Bu ikisi arasındaki fark, aynı zamanda toplumun her bir ferdinin bir dinsel otoritenin, bir feodal kabile reisinin ya da toprak beyinin 'kul'u olmasıyla kendi iradesine sahip bağımsız kararlar verebilen bir 'birey' olması arasındaki farktır.

***

Modern anlamıyla Cumhuriyet, özgür bireylerin eşit haklardan yararlanarak kendisini yönetecek insanları seçmesi esasına dayanır...

Onu, dinsel topluluklardan, kabile topluluklarından, hatta antik cumhuriyetlerden ayıran en önemli nokta budur...

Milletin seçtiği ve görev sonunda yönetiminden memnun olmamışsa yerine bir başkasını getirdiği bir cumhurbaşkanı ile yetkisini mensup olduğu 'kutsal' soydan alan ve varlığını eski düzenin bekçiliğini yapmasına borçlu olan bir halife aynı anda hüküm süremez.

***

Ülkemizde daha önce denenmiş olan Birinci ve İkinci Meşrutiyetlerin çıkmazı bu gerçeği görmezden gelmeleriydi...

II. Abdülhamid kendisini saltanat koltuğuna oturtan Mithat Paşa'ya verdiği tüm güvencelere karşın Anayasal bir yönetime bir yıl bile katlanamamış...

II. Meşrutiyet ise varlığını ancak onun yönetimine son vererek sürdürebilmiş, ama devamını getiremediği için iki arada bir derede sürüklenerek anlamını yitirmiş ve yenilmişti.

***

Milli Kurtuluş Savaşı'nın zaferinden sonra Rauf Bey (Orbay) ve onunla işbirliği yapan Ali Fuat, Kazım Karabekir, Refet Paşalar ve onları destekleyen Meclis'teki 'İkinci Grubu oluşturan mebuslar çabalarında başarılı olarak Mustafa Kemal Paşa'nın modern bir cumhuriyet kurma projesini engelleyebilselerdi, ortaya çıkacak sonuç öncekilerden farklı olmazdı...

Cumhuriyetin ilanını önleyemeyen o kadro, aldığı ilk yenilgiden sonra 'Terakkiperver Cumhuriyetçiler' kılığına bürünerek 'hilafet' muhafızlığına soyundu...

Rauf Bey, bu tavırlarını eleştiren bazı milletvekillerine cevap verirken takındıkları tavrı şu sözlerle savundu: 'Hilafet makamını işgal eden muhterem zat, Büyük Millet Meclisi tarafından seçilmiştir. Ve bu Meclis, bu makamın istinatgahıdır (dayanağıdır).

***

Rauf Bey'in bu sözleri etmesinden çok kısa bir süre sonra Hilafet makamı Türkiye Büyük Millet Meclisinin 3 Mart 1924 günü çıkardığı bir kanunla kaldırıldı...

Ve yaklaşık bir yıl sonra Şubat 1925'te Güneydoğu'da başlıca amacı hilafeti geri getirmek olan Şeyh Sait ayaklanması başladı...

Cumhuriyet Devrimi, daha ilk adımlarını atarken ilerlemek ya da yok olmak seçenekleriyle karşı karşıya kaldı.

***

Terakkiperver Cumhuriyetçi Fırka'nın o süreçte kapatılması çok tartışılmıştır...

Bunun sebebi, Fırka'nın başındaki Rauf Bey ve diğer paşaların ayaklanmaya katılmaları ya da öyle bir niyet taşımaları değil, o günün koşullarında Fırka'nın, Cumhuriyet'e karşı ayaklananların arkasına sığındıkları bir mevziye dönüşmüş olmasıydı...

Eğer Cumhuriyet, o ayaklanma karşısında kendisini kararlı bir biçimde savunmasa ve Terakkiperverlerin arkasına sığınan karşı devrimci odakları dağıtmasaydı, bırakın 'çok partili rejimi' geride cumhuriyetin kendisi de kalmazdı.

(Devam edecek)