Türkiye-Suriye ilişkilerini anlattığımız önceki yazılarımızda bu ilişkilerin özellikle Büyük Ortadoğu Projesi ve ardından onun bir uzantısı olan “Arap Baharı” operasyonları göz önüne alınmadan anlaşılamayacağını söylemiş, Türkiye‘deki siyasal değişimlerin de ancak bu çerçevede anlaşılabileceğini sözlerimize eklemiştik...

Türkiye’de 28 Mayıs 1999 - 18 Kasım 2002 tarihleri arasında görev yapan DSP-ANAP -MHP koalisyon hükümetinin başbakanı olan Bülent Ecevit’in siyasi yaşamdan tasfiye edilmesi olayını da bunun bir örneği olarak göstermiştik...

O olayda, Ecevit başkanlığındaki koalisyon hükümeti ABD tarafından koalisyon hükümetine “ekonomiden sorumlu bakan” olarak dışarıdan sokulan Kemal Derviş tarafından dağıtılmış, ardından ABD müdahalesini destekleyen AKP’ye iktidar yolu açılmıştı.

***

O sıralar AKP lideri Tayyip Erdoğan kendisini “BOP’un eş-başkanı” olarak tanımlamaktaydı...

Ancak bu süreçte ABD ile “eklemlenerek Ortadoğu’da güç sahibi olma politikası”nın teorisyeni olarak politikada hızla yükselen ve AKP hükümetlerinde başbakanlık yapan Ahmet Davutoğlu da önemli bir rol oynamıştı...

Davutoğlu yazdığı “Stratejik Derinlik” adlı kitapta Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından Samuel Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” kitabında geliştirdiği ve ABD dış politikasına uzun bir süre yön vermiş olan bir tezi Ortadoğu’ya uyarlamıştı. Huntington, soğuk savaş sonrasında uluslararası ilişkilerde siyasal ya da sosyal ilişkilerden çok mensup olunan medeniyetlerin belirleyici olacağını, oluşacak “medeniyetler çatışması” ortamında ABD’nin askeri gücüne dayanarak hakemlik yapacağını, böylece çatışmaların rayından çıkmasını engelleyen ABD’nin küresel efendi rolünü oynayacağını iddia etmekteydi...

Davutoğlu da “Stratejik Derinlik” adlı kitabında bu tezin bir adaptasyonunu yapmış, modern Türkiye’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasal ve kültürel mirasını devralması gerektiğini, böylece Ortadoğu, Balkanlar ve Orta Asya  Türk dünyasını içeren kültürel/coğrafi ortamda ABD ile işbirliği yaparak alt-emperyal bir rol üstlenebileceğini öne sürmüştü.

***

Tüm siyasi yaşamı boyunca bu tezi hayata geçirmeye çalışan Davutoğlu, dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan’ın dış ilişkiler danışmanı olarak başladığı siyasi kariyerinde sırasıyla dışişleri bakanlığı, başbakan yardımcılığı, başbakanlık ve AKP genel başkanlığı görevlerini üstlenerek Türk dış politikasında belirleyici bir rol oynadı...

Bu politika gereği, Irak işgalinin ardından Suriye’nin de iç çatışmalarla parçalanarak işgal edilmesi gerektiğini, Türkiye’nin bu operasyonlarda başat bir rol oynayarak Türk-İslam medeniyet alanına egemen olabileceğini savundu...

Özellikle Ortadoğu’da ABD müdahalesinin gündeme geldiği dönemlerde ABD ve NATO ile aktif işbirliği içinde olmayı ve her çatışmada ABD’yi bölgeye çağırmayı bir prensip haline getirdi.

***

Suriye’nin ABD güdümündeki iç ve dış güçlerle parçalanması sürecinde ve bunun ardından Rusya ile yaşanan “uçak krizi” sırasında da bu “prensip” uygulandı...

Davutoğlu, Suriye’deki çatışmalar başladığında önce mümkün olduğu kadar çok göçmenin ülkeye davet edilmesiyle bir “göçmen krizi” yaratılması, daha sonra bu “insani sorun” bahane edilerek tıpkı Yugoslavya’nın parçalanması olayında olduğu gibi bölgeye bir ABD/NATO askeri müdahalesi yapılması için çaba harcadı. Bu olmayınca, Rus uçağının düşürülmesinin ardından NATO üyesi olan Türkiye’nin Rusya’nın saldırısına uğradığını iddia ederek NATO’yu bölgeye müdahaleye davet etti...

Ancak ABD ve NATO, bölgenin NATO çerçevesi dışında kaldığını savunarak, Türkiye ile birlikte Rusya’ya karşı ekonomik/siyasi/askeri bir operasyona girmeyi reddettiler.

***

Rusya’nın İdlib bölgesine düzenlediği hava saldırısında Türk askerlerinin bulunduğu noktaların da isabet almasının ve askerlerimizin bir kısmının şehit olmasının ardından Davutoğlu, Türkiye'nin ilan ettiği güvenlik alanının NATO tarafından da kabul edildiğini öne sürerek “Başta ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya olmak üzere NATO ülkeleri liderler düzeyinde hemen bugün bilgilendirilmeli ve NATO'dan taleplerimiz (müdahale talebi) net bir şekilde ortaya konmalıdır.” açıklamasıyla NATO’ya bir kez daha davetiye çıkardı. Ancak bu davete de icabet edilmedi!..

Bu olayın ardından dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan Rusya ile ilişkileri düzelterek bir denge politikasına yönelirken, Davutoğlu, AKP ile yollarını ayırmak zorunda kaldı...

ABD’nin “Amerikancı/İslamcı” akımlardan umudunu keserek PKK’nin Suriye kolunu “kara ordusu” olarak belirlemesi sonrasında ise Davutoğlu iyice gözden düştü. Buna rağmen Stratejik Derinlik’teki görüşlerinden vazgeçmedi ve Gelecek Partisi’ni kurarak aynı politikayı hayata geçirmeye çalıştı.

***

Gelecek Partisinin  siyasi yaşamdan silineceği bir dönemde CHP eski genel başkanı Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanlığı adaylığını desteklediği için bu partiyi CHP kontenjanından Meclis’e sokarak onu yeniden canlandırdı...

En son Türkiye-Suriye ilişkilerinde Rusya’nın arabuluculuğuyla sağlanan yumuşama ortamı ve bunun sonucu olarak alt düzeyde görüşmelerin başlaması üzerine Davutoğlu bir kez daha sahneye çıktı...

TBMM’de işbirliği yaptığı Saadet Partisi’nin grup toplantısında yaptığı konuşmada, Hükümete, “Birleşmiş Milletlere Türkiye olarak biz bu yükü kaldıramıyoruz diyerek kararınıza sahip çıkın. Güvenli bir şekilde mültecilerin gitmesi için tedbirleri alın. ‘Gerekirse BM gücü gönderin’ diye başvurun. Muhalefete de (Suriye muhalefetine), 'temsilcilerinizi seçin' Esad ile birlikte görüşeceğiz' diyeceksiniz." ifadeleriyle “akıl öğretti”!

(Devam edecek)