Bizim gençliğimizde Hümeyra tarafından bestelenen, söylenen ve meşhur edilen “Kördüğüm” adlı bir şarkı vardı...
Sözleri, edebiyatçı, tarih yazarı olarak tanınan, bunun yanı sıra Türk dergicilik tarihine Hayat, Ses, Hayat Tarih gibi o zaman çok ses getiren dergilerin yayıncısı olarak büyük katkılarda bulunmuş olan Şevket Rado tarafından yazılmış şarkının nakarat bölümü şöyleydi:
“Bir kördüğüm ki içim / Çözdükçe dolaşıyor!”.
***
Eğer biri çıkıp da bana, “Dışişleri tarihimizin en öğretici deneyimlerinden biri olan Türkiye-Suriye ilişkilerinin başından bu yana izlediği seyri en kısa ve özlü bir biçimde tanımla” deseydi, ben de “Bu öyle bir olaydır ki, çözdükçe dolaşıyor” derdim!..
Gerçekten de, Türkiye-Suriye ilişkileri Suriye’nin bağımsızlığını kazanmasının ardından hep “problemli” olmuştur...
Burada bu ilişkilerin seyrini uzun uzadıya anlatmanın gereği yok. Ancak başta Hatay sorunu olmak üzere birkaç önemli noktayı hatırlatmak gerekiyor.
***
Suriye devletinin Fransız mandasından kurtularak kurulduğu dönemde Hatay, Araplar tarafından bu devletin bir parçası olarak görülmekteydi...
Hatay’ın Atatürk’ün ustaca uyguladığı uluslararası bir diplomatik hamleyle önce bağımsız bir devletçik olması, sonra da Türkiye’ye katılması, iki devlet arasındaki ilişkileri en başından bu yana olumsuz etkilemiştir... 
Suriye, bu olayı hiçbir zaman kabullenememiş ve her zaman Türkiye’yi kendi toprakları üzerinde hak iddia eden yayılmacı bir devlet olarak görmüştür.
***
İki ülke arasındaki gerginlik, İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünyayı ikiye bölen “soğuk savaş” sırasında Türkiye’nin ABD ile ittifak kurması ve NATO’ya girmesi ile birlikte küresel ilişkilerden de etkilenen bir boyut kazanmıştır...
Türkiye’nin NATO üyesi olarak ABD politikalarını Ortadoğu’da uygulama konusunda aktif rol üstlenmesi, buna paralel olarak Ortadoğu’da Batılı emperyalist güçlerin uzantısı konumunda olan ve Arap ülkeleri aleyhine topraklarını sürekli büyüten İsrail devleti ile ittifak kurması, Suriye’de anti-emperyalist eğilimlerin güçlenmesine yol açarken iki ülke arasındaki gerginliği artırmıştır...
Bu durumun bir sonucu olarak güçlenen “Baasçı” partiler Suriye ve Mısır’da iktidara gelerek Sovyetler Birliği ile bir “denge politikası” arayışına girmişlerdir.
***
Bu yakınlaşma, Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkileri daha da soğuturken, Irak’daki Kral Faysal ve İran’daki Rıza Şah’ın yönettiği Batı yanlısı ”kraliyet” rejimleri Batılı ülkelerin yanı sıra Türkiye’nin de desteğini aramışlar, bu durum Türkiye-Suriye ilişkilerine yeni bir darbe vurmuştur...
Türkiye ve İngiltere’nin, 1955 yılında ABD ve NATO’nun müttefiki olarak İran, Irak rejimleri ile (aralarına Büyük Ortadoğu’nun önemli bir ülkesi olan Pakistan’ı da alarak) Bağdat Paktı’nı kurmaları karşısında Mısır Süveyş Kanalı’nı millileştirme kararı almış, Bağdat Paktı’nın kurucularından biri olan İngiltere, bu hamleye Fransa ile birlikte kanal bölgesini işgal ederek cevap vermiştir. 
Bu kriz, Türkiye-Suriye ilişkilerini bozan olaylara yeni bir halka daha eklemiştir. 
***
Süveyş Krizinin ardından ABD ve İngiltere’nin teşvikiyle Bağdat Paktı üyeleri Türkiye ve Irak, İsrail’in de desteğiyle  Suriye’deki Baas rejimini devirmek için bir araya gelmişler ve Suriye’ye ortak bir müdahale konusunda anlaşmışlardır...
Ancak bu haberin duyulmasının ardından Irak’taki Baasçılar harekete geçerek Kral Faysal rejimini devirmiş ve Faysal’ı idam ettikten sonra Irak’ta yeni bir Baas rejimi daha kurarak müdahale durumunda Suriye’yi destekleyeceklerini açıklamışlardır...
Bunun üzerine Türkiye’deki DP hükümeti, İsrail ile birlikte Suriye ve Irak’a müdahaleyi savunmuş, ancak Irak’taki iktidar değişimi ve bunun ardından yapılacak bir müdahaleye karşı çıkan Arap ülkelerinin açıklamaları nedeniyle ABD bu operasyondan vazgeçmek zorunda kalmıştır.
***
Bu gerginliklerin bir sonucu olarak Suriye’deki Baas rejimi ile Mısır’daki Baas rejimi 1 Şubat 1958’de “Birleşik Arap Cumhuriyeti” adı altında birleşerek tek bir devlet haline geldiklerini açıklamış ve Ortadoğu’ya yapılacak bir müdahaleye diğer Arap ülkeleri ile birlikte ortaklaşa karşı koyacaklarını ilan etmişlerdir...
Bu “ortak cumhuriyet” 1961 yılında Mısır’ın Suriye üzerindeki nüfuzunun artmasına tepki gösteren “milliyetçi subaylar”ın gerçekleştirdiği bir darbe sonrasında dağılmıştır...
Ancak, Suriye’de askeri kanadı güçlendiren bu değişim, Türkiye-Suriye ilişkilerini daha da sorunlu bir hale getirmiştir.
***
1960’lı yıllarda bu gerginlik, Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) kapsamında Fırat nehri üzerinde Keban ve Karakaya barajlarını kurması üzerine ekonomik bir boyut kazanmış ve daha da büyümüştür...
Coğrafi olarak önemli bir parçası çöl olan ve su sıkıntısı çeken Suriye, bu iki barajın kurulmasını Türkiye’nin su kaynaklarını denetim altına alması ve su debisini istediği gibi ayarlayarak kendi üzerinde ekonomik baskı uygulaması olarak değerlendirmiştir...
Bu durumda Türkiye’ye karşı gösterilecek tepki konusunun da dahil olduğu bir dizi mesele nedeniyle 1960’lı yıllarda Baas Partisinin sivil ve askeri kanatları arasında bir mücadele yaşanmış, bu mücadele sonrasında “sertlik yanlısı” Hafız Esad, Ürdün ordusu ile Filistin Kurtuluş Örgütü arasındaki çatışmalarda FKÖ’ye yeterince destek vermediği gerekçesiyle 1970 yılında sivil kesimi iktidardan uzaklaştırarak kendi rejimini kurmayı başarmıştır.
***
Bu olay, Hafız Esad’ın Şii/Nusayri mezhebinden olmasını kabullenemeyen Müslüman Kardeşler örgütünü rahatsız etmiş, ülkede önemli bir güce sahip olan bu örgüt, 1970’li yıllarda silahlı ayaklanma stratejisi izlemeye başlamıştır...
Bu hareket, 1976-82 yılları arasında aralıklarla devam eden kanlı bir ayaklanma halini almış, ancak 1982 yılında ayaklanmacılar Hama kentinde Hafız Esad  tarafından kesin bir yenilgiye uğratılarak dağıtılmıştır... 
Ayaklanmacıların bir bölümü yenilginin ardından Türkiye’ye sığınmış ve muhalefetlerini buradan sürdürmeye devam etmiştir. Bu olay, 1980’li yıllarda bu kez Suriye’nin Türkiye’ye karşı “PKK kartını” oynamasında önemli bir rol oynamıştır.
(Devam edecek)