Önceki yazımızda Türkiye’nin çevresinde yoğunlaşan çatışmalar, ABD’nin Ukrayna ve İsrail’e askeri yardımı artırması, Yunanistan’ın hızla silahlanması gibi olgular üzerinde durmuş, bu gelişmelerin, Türkiye ile İsrail ve Batı arasındaki ilişkilerin de dalgalanmasına yol açtığını söylemiştik...
Bu çerçevede, geçtiğimiz yıl ABD’nin etkisiyle Suudi Arabistan’dan Mısır ve Ürdün’e kadar uzanan bir hatta İsrail ile iyi ilişkiler kurma eğiliminin güçlendiğini, Türkiye’nin de bu eğilimden etkilendiğini, ancak HAMAS’ın İsrail’e yaptığı operasyon ve bunun ardından İsrail’in Gazze’de giriştiği soykırımın bu eğilimi tersine çevirdiğini sözlerimize eklemiştik...
Yazımızın sonunda, “AKP’nin son yerel seçimlerdeki yenilgisinin ardından ABD’ye yanaşma ve İsrail ile yumuşama politikasının sürdürülmesinin artık güçleştiğini” vurgulamış ve “HAMAS ile ilişkilerin yeniden ısıtılması ve Alman Cumhurbaşkanı’nın son ziyaretinde iki ülkenin cumhurbaşkanları arasında esen soğuk hava da bu durumu kanıtlıyor” demiştik...
Son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD’ye yapacağı açıklanan ziyaretin Beyaz Saray Ulusal Güvenlik İletişim Danışmanı John Kirby tarafından “Bu ziyarete ilişkin programlanmış bir şey yok” sözleriyle iptal edilmesi bu yargımızı doğrulayan bir gelişme olmuştur.
***
Türkiye, gerçekten de içinde yaşadığımız günlerde bir yol ayrımına gelmiş bulunuyor...
İzlemeye zorlandığımız yol tam teslimiyete uzanıyor: çünkü ABD ve Batı içine düştüğü zor durumda “bir adım ileri bir adım geri” politikasını artık kabul etmiyor. Bu yola girildiği takdirde “denge” politikası terk edilerek “soğuk savaş” döneminin bloklar arası çatışma ortamına girilecek, Türkiye bir kez daha Rusya ve İran gibi güçlü komşularına karşı ABD ve NATO ile birlikte düşmanlık politikasına dönecektir...
Bu takdirde Rusya, Çin, İran gibi ülkelerden kopulacak enerji sorunu başta olmak üzere Türkiye’nin sorunları çok daha ağırlaşacak, Türkiye İsrail ile ittifaka ve Ukrayna bataklığına girmeye zorlanacaktır.
***
Ancak Türkiye’nin önünde bir başka seçenek daha vardır...
Bu seçenek, “denge politikası”nın güçlendirilmesi ve en azından Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı sırasında izlediğine benzer bir “tarafsızlık” politikası izlenmesidir...
Bu yola girmek için ise ilk adım olarak “denge politikası”nın özüne aykırı olan NATO üyeliğini gözden geçirmek ve bir dönem Fransa’nın yaptığı gibi NATO’nun askeri kanadından çekilmek gerekmektedir.
***
Bu takdirde Batı’nın şu anda Rusya ve İran’a uyguladığı ekonomik ambargonun benzeri silahlara baş vurarak Türkiye’yi sıkıştıracağı ve Türkiye’ye boyun eğdirmek için tüm ekonomik gücünü kullanacağı kesindir...
Böyle bir durumda ne yapılabilir?..
Yapılması gereken şey Batı’nın empoze ettiği neoliberal ekonomi politikalarını terk etmek, 1930’larda dünya ekonomik buhranına karşı yapıldığı gibi kamucu politikalara dönmek ve milli ekonomiyi güçlendirecek politikalar uygulamaktır.
***
Bu mümkün müdür?..
Evet, tek kutuplu dünyanın hızla bölündüğü, BRICS, Şanghay işbirliği Örgütü gibi yeni olanakların doğduğu, ABD karşıtı blokta ulusal paraların dönüşüme sokularak dolar hegemonyasının kırılması doğrultusunda adımlar atıldığı, Çin gibi bir devin gelişmekte olan ülkelere ekonomik yardımı artırdığı bir dünyada bu mümkündür...
Yeter ki, bu iradeyi gösterebilecek siyasi bir güç iktidarda olsun!
***
Şu anda AKP’nin böyle bir niyete ve güce sahip olmadığı bir gerçektir...
Ancak toplumda böyle bir politikayı destekleme potansiyeli vardır...
Günümüz dünyası artık ne soğuk savaş döneminin “antikomünizm” histerisine kapılmış dünyasıdır ne de 1990’lı yılların “ABD hegemonyasındaki tek kutuplu dünyası...
Son yıllarda yapılan kamuoyu araştırmaları Türkiye’de ABD politikalarına karşıtlığın toplumun yüzde 90’ının üzerinde birleştiği bir nokta olduğunu göstermektedir...
Bu karşıtlık özellikle ABD’nin Türkiye’yi parçalamak amacıyla PKK’ya verdiği destek ve Gazze’de soykırım yapan İsrail’e yaptığı askeri yardım nedeniyle zirveye ulaşmış durumdadır.
***
Son seçimlerde rotayı ABD ve İsrail’den yana kıran AKP’nin uğradığı yenilgi bu ruh hali ile yakından ilgilidir...
Ondan önceki Cumhurbaşkanlığı seçiminde de bu ruh hali gözlenmiştir...
Miting meydanları ve stadlar bağımsızlık yanlısı “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganlarıyla inlerken ABD ve İngiltere gezisi yaparak emperyalistlere “Ukrayna’nın yanında olmalıyız” mesajları veren ve soğuk savaş dönemini hatırlatan bir üslupla “Rusya bana komplo kurdu” iddialarını ortaya atan Kılıçdaroğlu’nun yenilgisi ile AKP’nin son seçimlerde uğradığı yenilgi bu açıdan benzerlikler taşımaktadır.
***
O nedenle şimdi sorulması gereken soru şudur: 
“Önümüzdeki dönemde Türkiye’de halkın beklentilerine cevap verebilecek bir siyasi alternatif yaratılabilir mi?”
Bir sonraki yazıda bu sorunun cevabını arayacağız.
(Devam edecek)