Önceki yazımızda Yahudi ırkçılığı olarak tanımlanabilecek siyasal ve dinsel bir akım olan Siyonizmin,  Hıristiyan siyasetçilerden önemli destek aldığını, ABD’de bu akımın özellikle Ronald Reagan’ın Başkanlığı ve onu izleyen dönemde adeta bir devlet ideolojisi haline gelmiş bulunduğunu söylemiştik...

İngiltere’de bu gelenek halen devam etmektedir. Son olarak İngiltere Başbakanı Liz Truss, Birmingham kentinde düzenlenen “İsrail’in Muhafazakâr Dostları” etkinliğinde yaptığı konuşmada şu ifadeyi kullanmıştır:

“Ben, büyük bir Siyonistim. Büyük bir İsrail destekçisiyim. İsrail’in tek başkenti Kudüs’tür!”

***

ABD’de Evangelist akımın canlanması ile Siyonist akımın güçlenmesi at başı gitmektedir...

Ronald Reagan başkanlık yaptığı dönemde Eski Ahit’teki (Tevrattaki) peygamberlerin haber verdiği Mesih’in gelişi ile alametlerin belirdiğini söylemişti; aynı gelenekten gelen Bush Jr. ise Irak Savaşı sırasında kendisini mesih olarak gördüğünü belirten ifadeler kullanmıştır...

Aynı dönemde ABD’deki Evanjelist topluluklar toplumu bir örümcek ağı gibi sarmış ve “büyük” basın organlarının yanı sıra TV ve film stüdyolarını kullanarak ideolojilerini toplumun her katına yaymışlardır.

***

Evanjelizmin yeniden canlanma tarihi aşağı yukarı İsrail’in kurulması ile aynı döneme denk gelmektedir. İsrail’in kurulması, Mesih’in geleceği tarihin yaklaştığı propagandasına güç vermiş, Siyonizm ve Evanjelizm tabir caizse kol kola gelişmişlerdir...

ABD’de bu iki akım Billy Graham, Jerry Falwell, Pat Robertson gibi liderler ve Moral Majority, New Adventistler gibi akımlar yaratmış, bu akımlar ABD iç politikasında etkin bir güç haline gelmenin yanı sıra emperyalizmin beşinci kolu gibi faaliyet gösteren misyonerlik faaliyetlerini de üstlenmişlerdir...

Jerry Falwell, daha 1983 yılında yaptığı bir konuşmada İsrail Hükümetinden Nil ve Fırat nehirleri arasında kalan tüm “kutsal toprakları” işgal etmesini istemiştir. Netanyahu’nun siyasal yükselişi de bu dönemde gerçekleşmiştir.

***

Bu dönem, Avrupa kıtasında da neo-Nazi hareketler ve Siyonizmin birlikte canlandığı bir dönem olmuştur...

Birbirine karşıt gibi görünen bu akımlar, ABD’nin koruması ve NATO’nun kanatları altında “düşman kardeşler” gibi birlikte büyümüştür...

Bu akımlara karşı çıkan ünlü Fransız aydını Roger Garaudy’nin başına gelenler bu açıdan oldukça düşündürücüdür. Özellikle “Mesihçilik” açısından konumuzla ilgili olması açısından Garaudy’nin bu konudaki görüşlerini burada kısa bir biçimde de olsa özetlemekte yarar vardır.

***

Gençliğinde ateşli bir Hristiyan, olgunluk döneminde Komünist, yaşlılık döneminde ise Müslüman olan Fransız felsefecisi Roger Garaudy, “Siyonizm Dosyası” ve İsrail, Mitler ve Terör” başlıklı kitaplarını yayınlayınca “hoşgörülü” geçinen Fransız medyası ve Batı’nın egemen çevreleri tarafından dışlanmış ve yargılanarak cezalandırılmıştır...

Garaudy,Hristiyan kiliseleri tarafından “heretik” bir akım olarak görülen “Aryüscülük” akımı ile Vatikan’daki Papalık arasındaki mücadelenin İslamiyetin yayılmasını kolaylaştırdığını savunmaktadır. Aryüs,  İsa’yı “tanrısal bir varlık” olarak gören resmi kilise ideologlarının tersine onu bir peygamber olarak kabul etmekteydi. Bu nedenle de M.S. 381 yılında toplanan İstanbul Konsilinde Hıristiyanlık içindeki sapkın bir mezhep kurucusu olarak mahkum edilmişti. Buna rağmen Aryüs’ün fikirleri 6. yüzyıldan itibaren Avrupa’yı istila eden ve burada Hristiyan dinini benimseyen Gotlar, Vandallar ve Germenler arasında yayılmıştı. Bu akımı benimseyen Gotlar Roma’ya boyun eğdirmiş, Vizigotlar İspanya’da Vandallar ise Kuzey Afrika’da devletler kurmuşlardı. Bu devletlerin çatısı altında yaşayan Hıristiyanların büyük bir bölümü Aryüscü oldukları için resmi öğreti tarafından “sapkın” olarak değerlendiriliyorlar, bu yüzden de Vatikan’ın baskılarına maruz kalıyorlardı.

***

Garaudy’ye göre, Kuzey Afrika’da ve İspanya yarımadasında Müslümanlığın hızlı bir biçimde yayılmasını mümkün kılan şey Arap ordularının gücünden çok İslamiyetin yaydığı fikirlerin (özellikle de İsa’nın bir peygamber olduğu inancının) Aryüscü Hıristiyanların fikirlerine Vatikan’ın dogmalarından daha yakın oluşu ve bundan ötürü Vatikan’ın baskısına maruz kalan kitlelerin Müslümanlığı kolayca benimsemiş olmasıydı...

Garaudy, bu nedenle Müslümanların İspanya’yı fetihlerini bir istiladan çok Hz. İsa’nın ilahlığına ya da Mesihciliğine iman eden Hristiyan akımlarla, tıpkı Müslümanlar gibi  “Teslis’i reddeden ve Hz. İsa’yı Allahın elçisi olarak gören “heretik” Hıristiyanlar arasındaki bir çatışma olarak değerlendirmektedir. Bu yaklaşım, “Medeniyetler Çatışması” paradigmasına tamamen zıt bir yaklaşım olduğu için büyük tepki çekmiş ve Garaudy Batı dünyası tarafından adeta aforoz edilmiştir.

***

Endülüs’ün yıkılmasından sonra Batı’nın “ideolojik merkezi” haline gelen Vatikan tarafından binli yıllarda organize edilen Hıristiyan güçler “Kutsal Topraklar” olarak gördükleri Ortadoğu’yu fethetmek amacıyla Haçlı Seferlerini düzenlediklerinde bu kez karşılarına Müslümanlığı benimsemiş olan Türk kökenli Selçuklular ve Memlûklar çıkmıştır...

Böylece Endülüs devleti ile mücadele sırasında Batı Avrupalı Hıristiyanların belleklerine yerleşmiş olan Müslümanlığa karşı ön yargılar Türklüğe karşı ön yargılarla birleşmiştir...

Bu ön yargılar, Batı’nın lideri olan ABD’nin ve onun kanatları altında NATO ve AB’de toplanmış olan Avrupa devletlerinin tarihe bakışlarına damga vurmuş durumdadır. “Medeniyetler Çatışması” paradigması da da bu ön yargıların bir ürünüdür . “Batı dünyası”, Türk ve Müslüman bir ülke olarak değerlendirdikleri Türkiye’yi hiçbir zaman kendi “medeniyetlerinin” bir parçası olarak kabul etmemiştir. Soğuk savaş döneminde mecburen NATO’ya aldıklarında ise kontrol edilmesi gereken bir güç ya da kullanıldıktan sonra kesilip atılması gereken bir “ur” gibi görmüşlerdir. Türkiye’nin 60 küsur yıldır üye olmayı beklediği AB’nin kapısından bile içeri sokulmamış olmasının sebebi de budur.

(Devam edecek)