Kolombiya'da komünist eğilimli eski bir gerilla olan Gustavo Petro, ABD'nin, sağ cephenin ve ordunun muhalefetine karşın ülkenin devlet başkanı seçildi...
Bu olay basit bir 'seçim zaferi' değildir...
Çünkü Kolombiya 1948 yılında halkçı devrimci bir siyasetçi olan ve kısa süre sonra yapılacak seçimleri kazanmasına kesin gözle bakılan Başkan adayı Jorge Eliécer Gaitán'ın öldürülmesinden günümüze kadar, yani yaklaşık 74 yıl boyunca ABD tarafından desteklenen faşist eğilimli sağ iktidarlar tarafından yönetilmiş ve 'ABD'nin kıtadaki kalesi' olarak görülmüştür.
***
Ne var ki, bu yönetimler, hiçbir zaman istikrar kazanamamıştır, çünkü sözünü ettiğimiz suikastten sonra yaşanan ayaklanma ve onu izleyen sürekli gerilla savaşları hiç bitmemiştir. Dahası, bu iç savaş ortamı nedeniyle Kolombiya, her türlü kanunsuzluğun kol gezdiği, kokain kartellerinin yerel iktidarların yerine geçtiği bir ülke haline gelmiştir...
Ülke aynı zamanda ABD'nin tüm Latin Amerikada ilerici ve devrimci yönetimlere karşı yürüttüğü yıkıcı faaliyetlerin karargahı olmuştur...
Kolombiya'nın komşusu Venezuela, bu faaliyetlerin hedefindeki ülkelerin başında yer almaktaydı.
***
1998 yılı sonunda yapılan seçimlerde Chavez'in iktidara gelmesinin ardından Latin Amerika'da yeni bir devrimci süreci başlatan Venezuela, o tarihten bu yana ayakta kalma mücadelesi verirken yalnızca ABD'ye karşı değil, aynı zamanda 'komşusu' Kolombiya'ya karşı da adı konmamış bir savaş yürütmek zorunda kalmıştı...
En son 2019 yılında Venezuella Devlet Başkanı Nicolas Maduro, başkent Caracas'ta yaptığı bir konuşmada, 'Faşist Kolombiya hükümetinin saldırganlıklarına daha fazla tahammül edemem, bu yüzden Kolombiya ile her türlü ilişkinin kesilmesi kararını aldım' diyerek Kolombiyalı diplomatik temsilcileri sınırdışı etmiş...
2021 yılında iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi için bir girişim başladığında bu kez Kolombiya Devlet Başkanı Ivan Duque, 23 Ocak 2019'da ABD'nin desteğiyle kendini devlet başkanı ilan eden Ulusal Meclis Başkanı Juan Guaido'yu 'meşru devlet başkanı' olarak gördüğünü açıklayarak, Maduro yönetimini hiçbir zaman tanımayacağını söylemişti.
***
Chavez yönetimindeki Venezuela'nın Latin Amerika'da başlattığı devrimci süreç, çeşitli açılardan tartışılabilir...
Ancak Venezuela'daki 'Bolivarcı Devrim'in, yaşamış olduğu tüm zorluklara karşın kıtanın diğer ülkelerini etkilediği ve bir zamanlar 'ABD'nin arka bahçesi' olarak tanımlanan kıtanın günümüzde ABD'nin 'dikenli bahçesi' haline gelmesinde çok önemli bir rol oynadığı inkar edilemez...
Venezuela'da Chavez iktidara geldiğinde Küba dışındaki Latin Amerika ülkelerinin tamamına yakını sağcı-faşist 'Amerikancı' yönetimlerden oluşmaktaydı...
Şu anda Latin Amerika'yı yöneten liderlere bir göz attığımızda, bu tablonun ne kadar değiştiğini hemen görebiliriz:
Küba'da Komünist Parti lideri Miguel Díaz-Canel, Venezuela'da Chavez'in '21. yüzyıl sosyalizmi' politikasını sürdürmeye çalışan 'Bolivarcı' Maduro, Nikaragua'da iktidara yeniden dönen 'Sandinist' Ulusal Kurtuluş Cephesi lideri Daniel Ortega, Arjantin'de IMF ve ABD'ye olan bağımlılıktan kurtulmayı savunan ve 'Rusya ile iş birliği bizim için son derece önemli' diyen Alberto Fernandez, Bolivya'da Evo Morales'in sağcı bir askeri darbeyle devrilmesinin ardından yeniden iktidara gelen 'Sosyalizme Doğru Hareket' (MAS) partisi başkanı Luis Arce, Şili'de 2011-13 yılları arasındaki öğrenci hareketlerinin lideri sosyalist Gabiel Boriç, Honduras'ta sağcı partinin 12 yıllık iktidarına son veren ülkenin ilk kadın başkanı Xiomara Castro, Peru'da öğretmen sendikası lideri solcu Pedro Castillo ve Meksika'da Ulusal Yenilenme Hareketi lideri Cardenist solcu Andrés Manuel López Obrador.
***
Gelinen noktada ABD'nin, bu 'dikenli' tabloda yalnızca iki 'gülü' kalmıştı: Kolombiya'da Iván Duque ve Brezilya'da neo-sağcı Bolsonaro...
Duque, son seçimle yerini M-19 gerilla örgütü yöneticisi Gustavo Pedro'ya bıraktı...
Brezilya'da ise İşçi Partisi (PT) lideri sendikacı Lula da Silva büyük ihtimalle Ekim ayında yapılacak seçimlerde Bolsonaro'nun yerini alacak.
***
Hiç kuşkusuz bu yönetimlerin tümü 'sosyalist' değildir...
Ancak hepsi ABD'nin Latin Amerika'da kurup yönettiği sağcı rejimlerin yerini almış ve ABD ile aralarına mesafe koymuş durumdadır...
İki milyondan fazla Venezuela'lı göçmen barındıran Kolombiya ise sağcı ve 'Amerikancı' bir yönetime sahip olmasının yanı sıra Venezuela'ya karşı yürütülen 'soğuk savaş'ın cephe gerisini oluşturmaktaydı. O nedenle Kolombiya'da Venezuela'ya dost bir yönetimin iktidara gelmesi, kıta ölçeğindeki 'anti-Amerikan' hareketin güçlenmesine yol açacaktır.
(Devam edecek)