Önceki yazımızda dünyanın tek kutupluluktan çıkarak çok kutuplu hale dönüşme sürecinden bahsetmiş...
Bu karmaşık süreçte 'ABD ve Batı Avrupa' kutbu ile 'Avrasya kutbu' arasındaki çelişkilerin yeni bir 'soğuk savaş' ortamı yarattığını, özellikle de Ukrayna Savaşından sonra dünyadaki kutuplaşma sürecinin hızlanmasıyla Türkiye ve benzeri durumdaki ülkelerin, geçmişin 'soğuk savaş' döneminde olduğu gibi kendi özel çıkarlarından vazgeçerek mensup oldukları blokun tutumunu bütünüyle benimsemeye zorlanacaklarını söylemiştik...
Yazımızı, 'Bu duruma uyum göstermeyen ya da gösteremeyenler ise muhtemelen kendi bloklarından gelen 'yaptırımlar' ve benzeri bir takım 'cezai önlemler'le karşı karşıya kalacaklar!' diyerek bitirmiştik.
***
Türkiye'nin önündeki en büyük mesele, sözünü ettiğimiz bu 'zorlamalar' karşısında nasıl bir tutum takınacağıdır...
'Batı dünyası'nda Türkiye'nin alacağı tavır konusundaki genel beklenti, Rusya ile yaşanan 'uçak krizi'nin ardından izlenmeye başlanan ve ABD blokunda (NATO'da) yer alırken Rusya ile özellikle enerji alanında işbirliğine dayanan 'denge politikası'nın adım adım terk edileceği yönündedir...
Eğer bu beklenti gerçekleşir de Türkiye son dönemde izlediği 'Rusya ile askeri alanda doğrudan karşı karşıya gelmemek, enerji alanında işbirliğini geliştirmek' politikasını terk ederse, önümüze bugünkü sorunları kat kat aşacak büyüklükte sorunlar çıkacaktır.
***
Ukrayna'nın başına gelenler, bu açıdan iyi irdelenmelidir...
Ukrayna, Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından bağımsızlığını ilan ettiğinde Batı'ya yönelmiş, ancak uzun süre Rusya ile enerji başta olmak üzere bir çok alanda işbirliği yapmaya devam etmişti...
Bu 'denge' politikasının mimarı Yanukoviç, 'Ukraynalı Naziler' ve neo-liberaller öncülüğünde 'Meydan darbesi' olarak da adlandırılan ABD patentli bir 'renkli devrim'le devrilince, Ukrayna çizgi değiştirerek NATO'ya katılmayı da içeren bir 'Batı ile bütünleşme' politikası izlemeye başladı. Rusya, Ukrayna'daki Rus toplumunu da tasfiyeyi amaçlayan bu politikayı kendi ulusal güvenliğine doğrudan tehdit olarak gördü ve misilleme olarak Rusların ağırlıklı olarak yaşadığı bölgelerdeki ayrılıkçı hareketleri koruması altına aldı. Bu süreç, ABD ve diğer Batılı devletlerin de kışkırtmalarıyla sonunda iki ülkenin askeri bir çatışmaya girmelerine yol açtı.
***
Meselenin bundan sonraki safhası da alınacak derslerle doludur...
Ukrayna'yı Rusya'ya karşı kışkırtan ve NATO'ya alma sözü veren ABD, savaş başlayınca Rusya ile doğrudan bir çatışmadan kaçınmak için Ukrayna'nın henüz NATO'ya girmemiş olmasını bahane ederek savaşa doğrudan katılmadı. Bu durumda Ukrayna Rusya karşısında tutunamadı. İnsani ve ekonomik kaynaklarının büyük bir kısmının yanı sıra topraklarının yaklaşık yüzde 20'sini kaybetti...
Ukrayna Başkanı Zelenski, Batı'nın bu oportünist tavrı karşısında duyduğu tepkiyi, 'NATO'ya girmekten vazgeçtik. Bu günden sonra ölümlerin hepsi sizin yüzünüzden!' sözleriyle ifade etse de içine girdiği çıkmazdan ötürü Batı'nın verdiği silahlarla çatışmayı sürdürmek zorunda kaldı. Bu çatışmanın ne zaman biteceğini ise kimse bilmiyor!
***
'Türkiye'nin durumu Ukrayna'dan farklı, çünkü Türkiye zaten bir NATO üyesi, dolayısıyla ABD ve Batı'nın Türkiye'yi Rusya karşısında yalnız bırakması mümkün değil' diye düşünenler olabilir...
Böyle düşünenlere Rus savaş uçağının düşürülmesinin ardından yaşananları hatırlatmak gerekir... O zaman Rusya'nın askeri bir misilleme yapma ihtimaline karşı NATO'nun askeri desteğini isteyen Türkiye'ye Obama, 'Sizi destekliyoruz, ama diplomasi yoluna başvurun' diyerek bir kenara çekilmişti!
Aynı dönemde Putin'in, Türkiye'nin yakın bölgelerdeki çıkarlarının NATO tarafından desteklenmeyeceğini söylemiş olması da dikkat çekmişti.
***
Daha önce bu köşede Türkiye'nin Ukrayna'da 'garantörlük' üstlenmesi meselesi üzerine yazdığımız bir yazıda ABD'nin 'Gölge CIA' olarak da tanımlanan 'think-tank' kuruluşu Stratfor çevresinden olup İsrail devletine de danışmanlık yapan Prof. David Passig'in ABD'nin Rusya ile doğrudan çatışmaya girmek yerine kendi adına savaşacak bir devlet arayışı içinde olduğu düşüncesine yer vermiştik...
Passig, bu konudaki düşüncesini şu sözlerle dile getirmişti:
'Seçilen ülkenin stratejik risklere atılmayı göze alması için başarıya ve yenilenmeye özlem duyan bir ülke olması gerekir. Batı'yla Avrupa'yla , Asya'yla, Ortadoğu ülkeleriyle ve mümkünse İslam alemiyle kültürel, finansal ve güvenlik ilişkileri içinde olmalıdır. Bu şartlara uyan tek doğal seçenek Türkiye'dir.' (Bkz. 2050, a.g.e. s. 186-187)
(Devam edecek)