Önceki yazımızda dünya “çok kutuplu” hale gelirken Türkiye’de siyasetin gündeminde bu konunun yer almamasına dikkat çektikten sonra çok kutupluluğun odak noktası haline gelen BRICS yapılanması genişlerken Türkiye’nin seyirci kalmasını eleştirmiş...

Ve sözlerimizi şöyle bağlamıştık:

“Örneğin ABD’nin açık desteğiyle yirmi yılı aşkın bir süredir Türkiye’yi yöneten AKP lideri ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD ile çelişkileri arttığı zaman ‘denge politikası’ adına odak noktasında Rusya ve Çin’in yer aldığı BRICS’e yakın ilgi gösteriyor. Buna karşılık başta CHP olmak üzere muhalefet partilerinin yöneticileri, özellikle de son seçimlerde olduğu gibi iktidar olma umuduna kapıldıkları zaman, adeta AKP’yi Amerika ve Avrupa’ya şikayet ediyorlar.”

***

BRICS, esas olarak ekonomik bir örgütlenmedir; ancak Türkiye’de siyasetin BRICS sorununu görmezden gelmeye devam etmesinin sebebi ekonomik değildir...

Esas sebep, Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşından sonra Batı Blokuna bağımlı hale gelmesi ve Batı’nın askeri örgütü NATO’nun üyesi olmasıdır...

Bundan da öte soğuk savaş döneminde Doğu’nun ana gücü olan Sovyetler Birliği’ne karşı ön cephede görev alarak topraklarında kurulan İncirlik üssünü ABD hava kuvvetlerinin kullanımına açmış bulunmasıdır.

***

Siyasi bağımlılığın ve tercihlerin temelinde ekonominin yattığı bilinen bir gerçektir...

Türkiye ekonomisi dışa açıldığı 1950’li yıllardan itibaren Batı’nın güdümüne girmiş ve o doğrultuda şekillenmiştir... Son dönemde siyasi alanda izlenmeye çalışılan “denge politikası”nın önündeki en büyük engel de Türkiye ekonomisinin bu şekillenmesidir. Oluşan yapı, cumhuriyetin kuruluş yıllarında kurulmaya çalışılan ve milli ekonominin dayanak noktalarını oluşturan kamu sektörünü adım adım tasfiye etmiş, ekonomiyi yeniden borç sarmalına sokmuş ve sonunda AB’ye girebilmek umuduyla Gümrük Birliği ucubesine mahkum etmiştir...

Kısacası BRICS meselesi yalnızca ekonomik bir tercih meselesi değildir. Esas mesele siyasi tercih meselesidir.

***

O nedenle, Türkiye’nin ABD ve Batı dünyası ile çelişkilerinin arttığı dönemlerde Rusya ve Çin ile yakınlaşması tesadüf değildir. Ancak siyasi ve askeri bağımlılık devam ettiği sürece bu yakınlaşmaların önündeki engeller aşılamamakta, kimi zaman bu engelleme girişimleri ABD patentli askeri darbeler ya da darbe girişimlerine kadar uzanmaktadır...

Kaldı ki, ekonomik bağımlılığın ülkeyi içine soktuğu borç batağı da siyasi iktidarların elini kolunu bağlamaktadır...

Türkiye’nin Kıbrıs harekatı döneminde Başbakan olan ve ABD’nin silah ambargosu karşısında gerekirse Batı dünyası ile ilişkileri gözden geçireceğini ilan eden Bülent Ecevit’in DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümetinin başbakanı olduğu 2000’li yıllarda ortaya çıkan borç krizi nedeniyle ABD’nin Türkiye’ye gönderdiği Dünya Bankası yetkililerinden Kemal Derviş’i milletvekili bile olmadığı halde Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı olarak hükümetine alması ve ekonominin dümenini ona teslim etmesi bunun en açık örneğidir.  Kemal Derviş, bu görevinde tarım kesimine destek amaçlı tüm fonları keserek bunları banka kurtarma operasyonlarında kullandıktan sonra içinde yer aldığı hükümeti dağıtarak görevini yerine getirmiştir!

***

AKP bu süreçte kurulmuş ve ABD’nin desteğiyle iktidara gelmiştir...

Hatırlanacağı üzere bu olaylar tam da ABD’nin Irak’a yönelik işgal operasyonunun hazırlandığı dönemde gerçekleşmiştir...

Daha sonra Batı’nın Ortadoğu üzerine ikinci taarruzu olan Arap Baharı operasyonları döneminde AKP ile ABD arasındaki ilişkiler Türkiye’nin Rusya karşısında yalnız bırakılması ve PKK’nın Suriye’de ABD’nin “kara ordusu” görevini üstlenmesi sonucunda bozulsa da ekonomik bağımlılık çemberinden çıkılamadığı için Türkiye BRICS, Şanghay İşbirliği Örgütü gibi yapılanmaların dışında kalmış, siyasi planda Rusya ve İran ile birlikte başlattığı Astana Süreci girişimini de askıya almak zorunda kalmıştır.

İsrail’in Gazze’ye saldırısı döneminde iktidarın kullandığı İsrail karşıtı söylemin ekonomik yaptırımlarla desteklenemiyor olmasının nedeni de aynıdır.

(Devam edecek)