Gazze Savaşı, Türkiye’nin son yıllarda “Batı (ABD ve Avrupa) ile “Doğu” (Rusya ve Çin) arasında kurmaya çalıştığı “denge” politikasının zayıf noktalarını açığa çıkardı...
Bu zaaflar iki ana nedenden kaynaklanıyor:
Birinci neden, söz konusu politikanın yürütüldüğü uluslararası siyasal zeminin kayganlığının artması...
Bu politikayı dayatan uluslararası koşullar aynı zamanda dünyadaki istikrarsızlığı da artırıyor; bu durumda kurulmaya çalışılan “denge” politikaları sağlam ayaklar üzerine oturtulamıyor...
İkinci neden, Türkiye’nin Batı’ya olan ekonomik bağımlılığı ve devasa dış borcu...
Bu olgu siyasi otoritenin daha doğrusu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hareket alanını daraltırken denge politikada yalpalamalara yol açıyor.
***
Önce “uluslararası zeminin kayganlığı” üzerinde duralım...
2000’li yılların başlarında Dünya ABD’nin küresel hegemonyası altındaydı. Daha doğrusu, bu hegemonya, “Büyük Ortadoğu Projesi” adı verilen projeyle sağlamlaştırılma aşamasındaydı...
O günlerde Türkiye’de Ecevit’in başbakanlığındaki CHP-ANAP-MHP koalisyon hükümeti ABD ve Dünya Bankası’nın adamı Kemal Derviş tarafından dağıtılmış, Demirel Çankaya’da pasifize edilmiş, Tansu Çiller’in başkanlığındaki DYP yıpranarak alternatif olma özelliğini yitirmişti...
Buna karşılık, Refah Partisi içinde Erbakan’ın temsil ettiği Milli Görüş gömleğini çıkararak bu konjonktürde doğan boşluğu doldurmak ve ABD desteğiyle iktidar olmak imkânı gören gruplar güçlenmişti...
AKP, bu grupların merkez sağ partileri terk eden bazı gruplarla yaptığı ittifak sonucunda doğdu ve katıldığı ilk seçimde ABD’nin de desteğiyle tek başına iktidar oldu.
***
AKP’nin ilk dönemi, Başbakan olan Erdoğan’ın kendisini “Büyük Ortadoğu Projesi eşbaşkanı” olarak tanımladığı, ABD’de ise Bush’un haçlı seferi söyleminin Ortadoğu’da yarattığı tepki nedeniyle sülalesinde Müslümanların da bulunduğu iddia edilen siyahi Obama’nın ABD’nin “etkili güçleri” tarafından sürpriz bir şekilde başkanlık koltuğuna oturtulduğu bir dönemdi...
O konjonktürde Obama’nın ilk yurt dışı seyahatini Türkiye’ye yapması, ABD’nin AKP’ye verdiği önem ve desteği göstermesi açısından önemliydi.
***
Bu dönem, aynı zamanda Büyük Ortadoğu Projesinin ikinci aşaması olarak başlatılan “Arap Baharı” taarruzunun da başlangıç dönemiydi...
Arap Baharının ilk aşamasında Tunus, Libya ve Mısır’daki otoriter ancak yıpranmış yönetimler ABD tarafından desteklenen “İslamcı” akımlar tarafından “demokrasi” sloganıyla domino taşları gibi devrildiler. Ancak sıra Suriye’ye geldiğinde, Suriye’de Esat rejiminin direnişine Rusya’nın destek vermesiyle operasyon tıkandı...
Bu tıkanmayı ortadan kaldırma görevi ABD ve onun peşindeki gerici Arap rejimleri koalisyonu tarafından Türkiye’ye verildi.
***
Bu gelişmeler sonucu Suriye’de yapılan hamleler bir Rus uçağının düşürülmesine yol açtı. Bu olayın yol açtığı kriz Türkiye ile Rusya’yı Suriye’de savaşın eşiğine getirdi. FETÖ’nün de işin içine karıştığı olaylar sonucunda Davutoğlu Hükümeti NATO’ya bölgeye müdahale etme ve Rusya’ya ambargo uygulama çağrısında bulundu. Ne var ki, ABD, daha sonra Ukrayna’da yapacağı gibi, bu işin NATO’yu ilgilendirmediği açıklamasıyla Türkiye’yi Rusya karşısında yalnız bıraktı...
ABD’nin Türkiye’yi “stratejik ortak” değil, “Rusya karşısında vekalet savaşı yürütecek bir aday” olarak gördüğünü ortaya koyan bu olayın yarattığı tepki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı sürpriz bir hamle yaparak Rusya ile yakınlaşmaya itti. ABD’nin bu “sürpriz hamle” karşısındaki cevabı, Suriye’de ABD koalisyonu adına çarpışan ancak rejimi deviremeyeceği anlaşılan “İslamcı güçleri” Türkiye’nin eline terk ederek PKK’yı “kara ordusu” olarak koruması altına almak ve silahlandırmak oldu...
Bu hamle, iki ülke arasındaki ilişkileri daha da gerdi.
***
Bu gerginliğin doğurduğu en somut olay, 15 Temmuz 2016’da yapılan FETÖ darbe girişimiydi. Darbe girişiminin başarısız olması üzerine ABD Türkiye’ye satılması planlanan hava savunma sistemlerini satmaktan vazgeçti. Cumhurbaşkanı Erdoğan buna Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi satın alarak tepki gösterdi.
NATO ittifakını zayıflatan bu hamle karşısında ABD, Türkiye’yi Rusya ile savaşa sürükleyemeyeceğini anladı ve Rusya’ya karşı Ukrayna kozunu devreye soktu. Ukrayna’da iki büyük devlet arasında tarafsızlık siyaseti izleyen rejim, “Meydan darbesi” adı verilen bir “renkli devrim” ile devrildi; yerine ABD kuklası “neofaşist” bir rejim iktidara getirildi. Bu rejimin tahrikleri Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesine yol açtı...
Ukrayna Savaşı ile birlikte Türk dış politikasında “denge politikasının ikinci aşaması” diyebileceğimiz bir dönem başladı.
(Devam edecek)