Artık vakay-i adiyeye dönüşen bir şiddet vakası ile yine sarsıldık. İstanbul Ümraniye’de Şeyda Yılmaz isimli genç bir polis, motorsiklet hırsızlığı suçundan aranan bir kişi tarafından vurularak öldürüldü. 19 yaşındaki sanık Yunus Emre Geçti, İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hakimliği'nde tutuklandı tutuklanmasına ama zanlının 26 suçtan kaydı bulunduğu anlaşıldı.
Geçti'nin 'kasten yaralama', 'gasp' 'cinsel taciz', 'yağma' ve 'mala zarar verme' gibi suçlardan kaydı var. Ama o serbest, Osman Kavala yıllarca cezaevinde…

Nasıl bir yoksulluk, aidiyet, cezasızlık, sevgisizlik, değersizlik, gelir dağılımı adaletsizlikleri var ki, daha 19 yaşında olan bir genç 26 suç kaydına sahip olabiliyor.  Asıl sorgulamamız gereken şey, bir çocuktan seri katil, azılı hırsız, gaspçı yaratan sistemin kendisi.

Ne yazık ki, Türkiye’de sanki cehennemin kapıları sonuna kadar açılmış gibi. Dört bir yandan kötülük boca ediliyor üzerimize. Bir türlü tatmin edilemeyen adalet duygumuz, kanayan bir vicdanımız var. Gelecek korkularımız ise had safhada. Nitekim, Küresel Organize Suçlar Raporu'na göre Türkiye Avrupa'da birinci, 193 ülke arasında ise 14'üncü sırada. Her tür suç var. İnsan ticaretinden silah kaçakçılığına, taciz, tecavüzden mali suçlara, sokak canlarından doğaya karşı işlenen suçlara kadar her şey…

Toplum zıvanadan çıkarken ülkeyi yönetenlerin bu suç ortamının yok edilmesi konusundaki çabaları ise yok gibi. Eğer bir gayret olsaydı, cezasızlığı önleselerdi 26 suç kaydına sahip biri  ortalıkta serbestçe dolaşamazdı.
Devlet, sanki toplumu vahşi bir seleksiyonun içine atmış gibi davranıyor ve seyirci konumundan vazgeçmiyor. Devletin egemenliğine dair bütün refleksi, eleştiri, düşünce ve ifade özgürlüğünü kullananlar için işliyor.
Verilere göre 2023 yılında Avrupa'da nüfusa göre en fazla mahkum ve tutuklu bulunan ülke Türkiye. Türkiye'de her 100 bin kişiden 408 mahkum veya tutuklu var. Türkiye'yi 256 mahkum / tutuklu ile Gürcistan, 244 mahkum / tutuklu ile Azerbaycan takip ediyor. Fransa'da 100 bin kişi için mahkum / tutuklu sayısı 106 olurken, Almanya'da sadece 69.

Tahmin ettiğiniz üzere bu tutuklu ve hükümlülerin büyük bir çoğunluğu eleştiri, düşünce ve ifade özgürlüğünü kullananlardır. Hatırlarsınız, cezaevi açmakla övünüyordu yöneticilerimiz, cezaevi yapmayı yatırım gibi gören bir zihniyet hakim ülkeye… Cezaevleri tıklım tıklım dolu, mahkumlar üst üste yatıyor ama bu mahkumlar 29 suç kaydı bulunanlar değil, eleştiri hakkını kullananlar. O yüzden de uluslar arası suç baronları ülkeyi üs olarak seçmiş durumdalar. Her şebeke, kendi nüfuz alanında krallığını ilan etmiş, her şebekenin her suç grubunun, çetelerin, menfaatlerini korumak üzere kurulu olan dehşet dengesi var. Ama bu dehşet dengesi, suç şebekelerinin varlığını devam ettirmesini sağlarken bütün bir toplumun geleceğini karartıyor. Kimin hangi çetenin elinde kalacağı, hangisinin gadrine uğrayacağı belli değil.

Canı yanan mazlum, mağdur, hakkını arayamayacak kadar adalet duygusunu yitirmiş, ülkeye olan umudunu, hayallerini kaybetmiş olanlar.
Yani, sen, ben, o, biz… Tükenmişler… Feryadımızı duyan yok. Tıpkı, genç bir polis memurunu hayattan koparan azılı suçlunun annesi gibi… Anne soruyor.

"Oğlumun madem 26 suçtan kaydı varsa devlet bunu neden almadı, neden götürmedi, neden düne kadar elini kolunu sallayarak gezdi? (…) O kadar karakollara gittim. O kadar ben devlete yalvardım. O kadar karakollara gittim. O kadar her şeyi söyledim: 'Bu çocuk madde bağımlısı, madde satıyor, madde kullanıyor'. Yine yerini söyledim, buldurdum... Ama lakin hiçbir anne baba istemez. Çocuğunu kalkıp da polisimizi şehit edecek kadar bir anne baba, cani miyim ben? Ben gerçekten çok üzgünüm..."

Evet, üzgünüz hepimiz.

Çığlığı duyulmamış bir anne, genç yaşta toprağa verdiğimiz polis memuru için…
Kendimiz için, geleceğimiz için…
Ülkemiz için…
Elini kolunu sallayarak gezen bir suç makinesini, toplumda kabarmış olan öfkeyi yatıştırmak adına çöp poşetine sararak adliyeye götürmek bu üzüntüyü gidermez.