Önceki yazımızda HTŞ saldırısının tam da İsrail’in saldırılarının Lübnan’da kırıldığı günlerde başlatılmış olmasının tesadüf olmadığını, Gazze savaşının başından bu yana Suriye’nin güneyine hava saldırıları düzenleyen İsrail’in, Lübnan’da ateşkes imzalamak zorunda kalınca bu kez Suriye’nin kuzeyinde HTŞ’nin düğmesine bastığını söylemiş...

HTŞ saldırısında rol oynayan bir diğer devlet olan Ukrayna’nın da İdlib bölgesindeki militanlara uzun süredir eğitim verdiğini, Rusya’ya karşı terör eylemlerinde kullanılan Çeçenler başta olmak üzere buralardan terörist derlediğini hatırlatmıştık...

ABD’nin bu saldırıdaki rolü ise son derece açıktır. HTŞ, El Kaide’nin uzantısı El Nusra’nın isim değiştirmiş halidir ve Trump’ın da açık bir biçimde söylediği gibi bu örgütler ABD istihbarat örgütleri tarafından kurulmuştur.

***

Dolayısıyla Suriye’nin kuzeyinde cereyan eden çatışma, ABD-İsrail-Ukrayna ve sözde İslamcı terör örgütlerinden kurulu cephenin  Suriye’nin kuzeyinde Rusya-Çin-İran cephesine karşı bir taarruzu olarak görülebilir...

Burada ABD, Ukrayna, hatta İsrail’in “Biz bu işin içinde yokuz” açıklamaları kimseyi aldatmamalıdır...

Çünkü destekledikleri güçler Suriye savaşının başından beri “kirli savaş”ın her türünü uygulamış, kelle kesmeden kadınları köle gibi satmaya kadar her türlü suçu işlemiş, ABD’nin bile başına 10 milyon dolar ödül koymak zorunda kaldığı bir terörist tarafından yönetilmekte olan güçlerdir. Bunlara açıkça sahip çıkmak herhangi bir devlet açısından mümkün değildir.

***

Karşı cephenin durumuna gelince...

Rusya, Çin ve İran’ın Suriye’deki Esad rejimiyle köklü ilişkileri vardır...

Rusya, Suriye’de Doğu Akdeniz’e ayak basmasına imkan veren kara ve deniz üslerine sahiptir...

Çin’in Ortadoğu’daki etki alanını genişletmesi ve Afrika başta olmak üzere Avrupa’ya uzanan kara ve deniz ticaret yollarını açık tutabilmesi açısından Suriye’de dost bir rejimin varlığı çok önemlidir...

İran ise Suriye’yi ABD-İsrail ile olan çatışmasında Lübnan’dan Gazze’ye ve Yemen’e kadar uzanan etki alanının önemli bir parçası olarak görmektedir...

Bu durumda, yaşadıkları sıkıntılar ne olursa olsun, söz konusu güçlerin Suriye’de Esad rejiminin çökmesine seyirci kalamayacağı çok açıktır.

***

Burada Türkiye’nin konumu ve rolü önem kazanmaktadır...

Bu konumu ve rolü doğru bir şekilde değerlendirebilmek için Suriye savaşının geçmişini hatırlamak gerekir...

Bilindiği üzere Türkiye’yi 22 yıldan beri yöneten Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan hükümetler Büyük Ortadoğu Projesi gündeme geldiğinde bu projeyi sahiplenmiş, Arap Baharı’nın başında ilk taarruz Libya’ya yöneldiğinde önce “NATO’nun Libya’da ne işi var” diyerek bu operasyona karşı çıkmış, ancak daha sonra Batı’nın koalisyonuna katılmış ve sıra Suriye’ye geldiğinde koalisyon güçlerinin ön saflarında yer almıştı...

Arap Baharı operasyonlarında sıra Suriye’ye geldiğinde Rusya’nın işe müdahale edeceğini bilen ABD, bu cephede Türkiye’nin ön plana çıkmasına rıza göstermişti. Nitekim Suriye’de savaş kızışınca Rusya Esad rejimini desteklemek amacıyla müdahale etmiş, bu arada bir Rus uçağı Türk jetleri tarafından düşürülmüş, bu olay sonucunda Türkiye, Suriye’de Rusya ile çatışmanın eşiğine kadar gelmişti...

O dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu,”Bu sınır (Türkiye-Suriye sınırı -EG) aynı zamanda NATO sınırıdır. NATO sınırı ihlal edilmiştir. NATO dayanışması bütün bu konularda işbirliğini gerektirir" sözleriyle NATO’yu bölgeye davet etmiş, ancak bölgesel bir savaşı ateşleyebilecek bu davet karşılık bulmamıştı. Bu olayda NATO tıpkı Ukrayna’da yaptığı gibi çatışmayı kışkırttıktan sonra Türkiye’yi Rusya’ya karşı tek başına bırakmıştı. Dahası, çatışmanın gelişme süreci içinde IŞİD ve müttefiklerinin rejimi devirmelerinin mümkün olmadığı görülünce ABD, o zaman Başkan Yardımcısı olan Biden’ın ağzından IŞİD  konusunda Türkiye’yi eleştirerek, “En büyük problemimiz müttefiklerimiz” diyerek IŞİD’i destekleme suçunu Türkiye’nin üzerine atmıştı. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bizim için IŞİD neyse PKK odur. Dolayısıyla bunları ayrı telakki etmek, ayrı değerlendirmek yanlıştır” diyerek bu sözleri eleştirmiş, “eğer Biden, bu tür ifadeler kullandıysa benim için tarih olmuştur.” ifadesini kullanmıştı...

Bu olay Türkiye açısından bir dönüm noktası oluşturmuş ve bu olayların cereyan ettiği 2014 yılından bu yana Türkiye Rusya ile ilişkilerini düzelterek “denge politikası” adı verilen bir politika uygulamaya başlamıştı.

***

Bu politika sonucunda Türkiye Rusya’dan hava savunma sistemleri almış, buna misilleme olarak ABD Türkiye’ye parasını verdiği F-35 uçaklarını vermediği gibi yaptırımlar uygulamıştır...

Bu gelişmeler, Türkiye, Rusya ve İran’ın bir araya gelerek Suriye çatışmasına bir çözüm bulabilmek -en azından alanda çatışmaları önleyebilmek- amacıyla Astana süreci adı verilen bir süreci başlatmalarının yolunu açmıştır. Yine bu politika uyarınca Türkiye Ukrayna-Rusya savaşında ABD tarafından tüm “Batı dünyası” ve NATO müttefiklerine empoze edilen ekonomik yaptırımlara katılmamış, Esad yönetimine karşı savaşın başında takındığı uzlaşmaz tutumu bırakarak iki ülke arasındaki ilişkileri normalleştirme girişimleri başlatmıştır...

Suriye’de ABD ve İsrail güdümündeki HTŞ saldırısı Suriye’deki Esad rejimine olduğu kadar Türkiye’nin 2014’ten bu yana izlediği Rusya, Çin ve İran ile ilişkileri geliştirme politikasına da karşıdır. ABD, İsrail ve Ukrayna, HTŞ saldırısıyla Suriye’deki “hassas denge”yi bozmuş, en büyük bombayı Astana süreci ve onu mümkün kılan “denge politikası”na atmıştır.

(Devam edecek)