Türkiye’de artık bir operasyon rejimi var; çünkü operasyonlar iktidarın yaşam destek ünitesi gibi çalışıyor. Her gün birkaç yere gece yarılarında sert müdahalede bulunulmazsa, kapı pencere kırılmazsa sanki nefes alamayacak bir yönetim anlayışı ile karşı karşıyayız.
Operasyon rejiminin yüzünü ilk olarak Neşter ve Atabeyler çetesine yapılan gözaltı ve tutuklamalarla gördük. Ondan sonra bir başladı pir başladı ve neredeyse çeyrek asra varan bir zamanda kesintisiz biçimde sürdü. Atabeyler, Ergenekon, Balyoz, Ayışığı, KCK, FETÖ, Kozmik Oda, Hendek, Gezi vs vs adıyla yürütülen her bir operasyon kendi içinde numaralandırıldı bile.
Ergenekon birinci dalga, ikinci dalga gibi isimlerle yürütülen gözaltı ve tutuklama furyası, şok etkisiyle toplumda korku ve tedirginlik yarattı hep. Çünkü, yaşın yanında kuruların da yandığı, suçlu ile suçsuzun aynı sepete atıldığı bu dönemin çıktısı, hukuksuzlukların normalleştirilmesi, sıradanlaşması oldu.
Örneğin Ergenekon, Balyoz davalarında faili meçhul cinayetlerle ilgili karanlık perdenin aralanacağı, çetelerden hesap sorulacağı gibi bir iyimser hava vardı. Ancak hemen anlaşıldı ki, işin rengi başka. Amacın, asit kuyularını, faili meçhulleri, gözaltında kayıpları açığa çıkarmak değil, devletin ve toplumun siyasal İslamcı bir anlayışla dizayn edilmesi olduğu görüldü ve iyimserlik yerini başka duygulara bıraktı. İktidarın kendi düzenini inşa için yargı sopasını sallayarak alan temizliği yaptığı artık tartışmasız bir realite.
Aradan 22 yıl geçti, operasyonlar dur durak bilmiyor. Çünkü bunca baskıya rağmen inşa sürecini tamamlamış, meşruiyet kazanmış, geniş mutabakata dayalı bir iktidar yok. AKP’nin iktidara gelirken “yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklarla mücadele” olarak tanımladığı 3Y unutulalı çok oldu. Her üç kategoride de iktidar, her geçen gün daha kötü bir şekilde batağa saplanıyor.
Menejer Ayşe Barım’ın çalışma özgürlüğünü kısıtlama gibi bir iddia ile gözaltına alınıp “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs etme” organizatörlüğünden tutuklanması, cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla gözaltına alınan Ümit Özdağ’ın, halkı kin ve düşmanlığa tahrikten cezaevine konulması, Halk TV’den Barış Pehlivan, Seda Selek, Kürşat Oğuz, Suat Toktaş’ın gazetecilik faaliyetinden dolayı sorgulanması, Şirin Payzın’a terör soruşturması ve daha nice niceleri, iktidarın akli melekelerini tamamen kaybettiğini gösteriyor. Gazeteciler Cemiyeti’nin açıklamasına göre sadece Ocak ayında 14 gazeteci tutuklanmış ki, bu korkunç bir rakam.
Şu açık. Yargı organları, iktidarın bir aparatı haline getirilerek toplumun sesi tamamen kısılmak isteniyor. Endişe ile takip edilen bu gelişmeler, anayasa ile güvence altına alınan halkın haber alma hakkının elinden alınması, düşünce ifade ve özgürlüğünün yok edilmesinden başka bir şey değil. Suçun değil failin cezalandırıldığını, yani kişiye göre suç ihdas edildiğini görüyoruz ki, bu da keyfiliğin arttığı anlamına geliyor. Ergenekon, Balyoz davalarında hiç değilse bir delil üretiliyordu, şimdi işler öyle bir çığırından çıktı ki, delil üretme zahmetine bile katlanılmıyor.
Artık, akıl dışı uygulamalar kara mizahın konusu oldu. Örneğin Muhteşem Yüzyıl dizisinde Kanuni Sultan Süleyman rolünü oynayan Halit Ergenç için Gazeteci İbrahim Kahveci, “Şehzade Mustafa'yı boğdurtmanın hesabını vereceksin cezasını çekeceksin! (…) Türk adaleti er-geç tecelli edecektir! Meryem Uzerli sıra sana da gelecek... Bekle. Saray entrikalarını biliyoruz” diye yazdı.
İzmir Barosu’nun yazılı açıklaması ise izahı olmayan şeyin mizahı olur türünden…
Şöyle diyor baro: "Bir toplumun demokratik hak ve özgürlük taleplerinin en güzel dile getirildiği süreç olan Gezi'nin üzerinden 12 sene geçmesinin ardından başlattığınız haksız ve hukuka aykırı soruşturmalar yetersizdir! Lütfen bir an önce 1826 yılında İstanbul kale inşaatında başlatılan işçi grevi, 1968 üniversite işgalleri ve 15-16 Haziran 1970 işçi direnişi ile ilgili de soruşturma başlatın. Ülkemiz yetmezse de 1871 Paris Komünü, 1917 Bolşevik Devrimi ve 1975 Vietnam Savaşı'na soruşturma açabilirsiniz. Nasıl olsa sınır, dur durak yok. Buyurun."
İktidar bugün gerginliğin bağımlısı haline gelmiş durumda. Ama bağımlısı olduğu gerginlik, onun toplumsal desteğini de azaltıyor. Ve bu hal, bir döngüye dönüşüyor.
Bu gidiş hayra alamet değil, bu hal sürdürülebilir bir hal değil.