Yazımızın başlığında bir çelişki varmış gibi görünüyor; ama yok!..

Gerçekten de NATO kuruluşundan bu yana en zorlandığı günleri yaşıyor...

Ve bu zorlukları aşabilmek için giderek saldırganlaşıyor.

***

Bu durumun nedenlerini anlayabilmek için Arap Baharı günlerine kadar geriye uzanmamız gerekiyor...

Hatırlanacağı üzere 2011 yılının Şubat ayı başlarında Arap Baharı rüzgarı Libya üzerinde esmeye başladığında NATO’nun Libya’ya müdahalesi gündeme gelmiş, bunun üzerine dönemin başbakanı Erdoğan,  ''Böyle bir saçmalık olur mu yahu? NATO'nun ne işi var Libya'da? Türkiye olarak biz bunun karşısındayız, böyle bir şey konuşulamaz, böyle bir şey düşünülemez'' demişti.

***

ABD ve NATO’nun desteğiyle Libya’da Türkiye’nin kadim dostu Kaddafi iktidardan düşürülmekle kalmadı, linç edilerek öldürüldü; ardından sıra Tunus, Mısır ve Suriye’ye geldi...

Arap Baharı adı verilen ABD-NATO taarruzu Suriye’de Esad rejiminin direnişine çarptı. Ardından Gorbaçov-Yeltsin döneminin teslimiyetçi politikalarını reddeden Putin, “Batı”nın Ortadoğu’daki taarruzuna karşı çıktı...

Rusya’nın desteğini alan Esad yönetimi, sonunda tüm gerici Arap rejimleri, Suriye gerici güçleri ve ABD-NATO tarafından yürütülen, Türkiye’nin de aktif olarak katıldığı bu taarruzu durdurmayı başardı.

***

Bu çatışmanın en şiddetli anında bir Rus askeri savaş uçağı Türk jetleri tarafından Türkiye-Suriye sınırında düşürüldü; bu olay yalnızca Türkiye ile Rusya’yı karşı karşıya getirmekle kalmadı; ABD ve NATO saldırısı açısından da bir dönüm noktası oldu...

Olay sırasında Başbakan olan Ahmet Davutoğlu, Türkiye’nin bir NATO üyesi olmasından hareketle NATO’yu bölgeye doğrudan müdahaleye ve Rusya’ya karşı yaptırım uygulamaya çağırdı...

Olaya doğrudan karışmayı ve Rusya ile bir çatışmaya girmeyi göze alamayan NATO, bu çağrıyı olayın cereyan ettiği bölgenin NATO sınırları dışında olması gerekçesiyle reddetti.

***

Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Putin’e Rus jetini kasten düşürmeyi asla arzulamadıklarını, hayatını kaybeden pilotun ailesinin acısını kalpten paylaştıklarını, Rus pilotu öldürmekle suçlanan kişi hakkında soruşturma yürütüldüğünü bildiren bir mektup yazdı. Bu ifade, Rusya tarafından bir özür mesajı olarak kabul edildi ve Türkiye’ye karşı uygulanan dolaylı yaptırımlara son verildi...

Böylece olay, Türkiye’nin ilk kez NATO çizgisi dışına çıkarak Rusya ile “dostane” ilişkiler geliştirmesine yol açtı. Daha sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD’nin Türkiye’ye vermediği hava savunma sistemi yerine Rusya’nın S-400 hava savunma sistemini alarak ikinci adımı attı...

Bu adımları dış politikada “denge politikası” olarak nitelenen politikanın uygulamaya konulması ve Suriye’de Rusya ve İran ile birlikte “Astana Süreci”nin başlatılması izledi. Son olarak da Türkiye, Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesinin ardından tüm NATO üyelerinin katıldığı yaptırımlara katılmayı reddetti...

Bunların ardından Türkiye tarafından Doğu Akdeniz’de petrol ve doğal gaz arama faaliyetleri başlatıldı; Rusya ile enerji alanındaki işbirliği geliştirildi ve East-Med adıyla tanınan İsrail, Yunanistan ve İtalya’nın başlattığı petrol boru hattı projesi Libya’da kurulan Trablus rejimiyle anlaşarak geçersiz hale getirildi.

***

Bu gelişmelere ABD ve NATO mensubu Batılı ülkeler büyük tepki gösterdiler; Bu tepkiler nedeniyle ABD, Türkiye’yi ortak olarak katıldığı ve parasını peşin olarak ödediği F-35 uçakları projesinden çıkardı; daha sonra bunların yerine verilmesi talep edilen F-16 uçaklarını da vermedi...

ABD ve NATO üyesi ülkeler, bununla da yetinmeyip Kıbrıs meselesi yüzünden Türkiye ile Yunanistan arasındaki gerginliği körüklediler ve Yunanistan’ın Türkiye sınırlarına en büyük NATO üslerinden birini kurdular...

ABD Türkiye’ye yaptırım uygulama kararı aldı ve 15 Temmuz darbe girişimi sırasında İncirlik üssünü darbecilere açtı...

Ve en önemlisi tüm bu gerilimin başlangıç noktası olan Suriye’de PKK’yi “kara ordusu” olarak eğitti ve donattı.

***

NATO, Türkiye’yi içine alırken onun Sovyetler Birliği (Bugünün Rusya’sı) ile sınırdaş olmasını dikkate almış ve bir “Doğu-Batı savaşında Türkiye’nin Batı’nın “mızrak ucu” olarak görev yapmasını planlamıştı...

Yukarıda kısaca belirttiğimiz gelişmeler sonucunda Türkiye “mızrak ucu” olma görevini yerine getirmeyince bu kez Ukrayna devreye sokulmuştu...

Ne var ki, Ukrayna’da gerçekleştirilen “Soros Devrimi” ile iktidara gelen neo-Nazi rejimi Rusya’ya karşı izlediği saldırgan politikanın altında kaldı. Son olarak büyük hazırlıklar sonucu gerçekleştirilen Ukrayna taarruzunun fiyasko ile sonuçlanması NATO’nun krizini daha da derinleştirdi...

Bu güçlükleri aşabilmek için hazırlanan Finlandiya ve İsveç’in NATO içine alınması planının Türkiye tarafından geciktirilmesi ABD ve NATO içinde yer alan Batılı ülkelerde öfke yarattı. Türkiye’nin ABD ve Batı’nın Ortadoğu’daki uzantısı Netanyahu rejiminin Gazze saldırısına karşı çıkması bu öfkenin daha da büyümesine yol açtı.

Son günlerde ABD ve Batı’nın etkili gazetelerinde Türkiye’nin NATO’dan çıkarılmasını savunan yazılar ve ABD/NATO’nun Türkiye’ye karşı vurucu güç olarak kullandığı PKK’nin Suriye ve Irak’ta gerçekleştirdiği son saldırılar bu gelişmelerden bağımsız değildir.

(Devam edecek)