Önceki yazımızda sportif ya da kültürel yarışmaların genellikle iç politikada yönetimler tarafından bir araç olarak kullanıldığını, dış politikada ise diplomasinin kurallarının ağır bastığını, dolayısıyla aralarında gerginlikler bulunan ülkelerin uluslararası futbol organizasyonlarında, festivallerde ve bir çok etkinlikte bir araya gelerek birlikte yarıştıklarını söylemiş...

Özellikle Doğu-Batı arasındaki çelişmelerin yoğunlaşmasının ardından durumun değiştiğini, son Rusya-Ukrayna ve İsrail-Gazze savaşları sırasında bu açıdan dış politika ile iç politika arasında bir fark kalmadığını sözlerimize eklemiştik...

Peki, bu değişim nereden kaynaklanmıştır?

***

Bu değişimi anlayabilmek için günümüzdeki koşulları geçmişten ayıran yönlerin neler olduğuna bir göz atmak gerekir...

Değişen durumlardan birincisi, iki dünya savaşı ile soğuk savaş dönemlerinde yaşanan gerginlik ile günümüzde yaşanan gerginlik arasındaki farktır...

İkincisi ise kitle iletişim araçlarının gelişmesiyle sportif ve kültürel olayların artık siyasi alandaki güç dengelerini değiştirebilecek ölçüde etkinlik kazanmış olmasıdır...

Bunlar üzerinde tek tek duralım.

***

Birinci ve İkinci Dünya savaşları emperyalist kampın kendi iç savaşları olarak başlamıştı...

Savaşan ülkeler genellikle savaş patlak verinceye kadar kültürel ve sportif alanda bir çok ortak değeri paylaşmış, aralarında 1936 Münih Olimpiyatlarında olduğu gibi yoğun ilişkiler kurmuşlardı...

Birinci Dünya Savaşı esas olarak bir “Avrupa savaşı”ydı ve bu savaş öncesinde Almanya, İngiltere ve Fransa hem spor hem de kültürel etkinlikler alanında ortaçağlara kadar uzanan ortak bir mirası paylaşıyorlardı...

İkinci Dünya Savaşı patlamadan önce Almanya ile İngiltere-Fransa-ABD arasında ilişkiler gerilmiş olsa da o dönem “baş düşman” olarak görülen Sovyetler Birliği’ne karşı birlikte savaşmayı savunan akımlar her iki kampta etkinliklerini son ana kadar korumuşlardı. İngiltere-Fransa-ABD cephesinde finans ve sanayi alanında güçlü bazı isimler (örneğin ABD’de Ford, Almanya’da Krupp) Almanya’nın Avrupa’da verilecek bir takım tavizler sonrasında Sovyetler Birliği’ne saldırmaya yöneltilebileceği umutlarını koruyor, Almanya’ya karşı bir “yatıştırma” politikası izlenmesi durumunda bu gücün Sovyetler Birliği’ne yönlendirilebileceğini savunuyorlardı.

***

Soğuk savaş başlamadan önce ise ABD-İngiltere ve Fransa ile Sovyet Rusya arasında İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’ya karşı kurulan ittifak henüz etkisini kaybetmemişti...

“Soğuk Savaş” bu savaşa taraf olan ana devletler arasında sıcak savaşın açtığı yaralar türünden yaralar açmamıştı...

Her iki kamp da karşısındaki gücün varlığını “de facto” kabul etmiş durumdaydı ve “barış içinde bir arada yaşama” eğilimi iki tarafta da ağır basmaktaydı.

***

Son dönemde yaşanan Ukrayna-Rusya ile İsrail-Gazze savaşları bu açıdan farklıdır...

Ukrayna-Rusya savaşına baktığımızda savaşın şiddetlenmesinde Batılı devletlerin Rusya’nın toparlanması karşısında duyduğu öfkenin önemli bir rol oynadığını görürüz...

Bu savaş öncesinde Batı cephesinde Sovyetler Birliği’nin Gorbaçov ve Yeltsin gibi “hain” ya da “yeteneksiz” liderler elinde dağılmış olması nedeniyle Rusya’nın artık Batılı ülkelerin yarı-sömürgesi haline geldiği, dünyanın bundan böyle sonsuza kadar Batılı güçlerin hegemonyası altında “tek kutuplu” olarak kalacağı, özellikle “büyük güçler” arasındaki çatışma ve savaşların son bulacağı görüşleri yaygınlaşmıştı...

Putin döneminde Rusya’nın toparlanması, Çin’in dağılması beklenen siyasal sistemini koruması, bu iki gücün soğuk savaşın son döneminde izledikleri politikanın tersine yakın bir işbirliği içine girmesi, bu güçlerin etkisiyle dünyanın adım adım “çok kutuplu” hale gelmesi, bu tür görüşlerin hayal olduğunu gösterince durum değişti...

Modern çağda ilk kez dünyadaki “hegemon konumlarının sarsıldığını” gören Batılı ekonomik ve politik güçler ne pahasına olursa olsun direnen bu güçleri parçalama ve Rusya’yı dağıtma amacıyla Ukrayna’yı kışkırttılar ve yolunu açtıkları bu savaş sonunda “Rusya’nın batacağı” umuduna kapıldılar...

Bu umut söndükçe öfke ve kızgınlıkları arttı; sonunda iş ekonomik ve siyasal yaptırımları aşarak Rus olan tüm yazarların ve sanatçıların Batı’da yasaklanmasına, Rusya’nın müzik festivallerinden ve spor organizasyonlarından dışlanmasına, Rus olan her şeyin yakılıp yıkılmasına yol açan bir çılgınlık “humması” yarattı.

***

Ne yazık ki, bu çılgınlık, Sovyet Devrimi sonrasında Sovyetler Birliği içinde yer alan, daha sonra Rusya ile ekonomik ve siyasal ilişkilerini koruyarak ayakta kalmaya çalışan Ukrayna’yı da sardı ve onu felakete sürükledi...

Sovyet devrimi sonrasında Sovyetler Birliği’ne Frunze gibi Kızıl Ordu komutanları, Kruşçev gibi devlet başkanları vermiş olan bu ülkede 16. yüzyıldan yirminci yüzyıla kadar devam etmiş olan çatışmalar Batılı güçler tarafından yeniden canlandırıldı. İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman faşistleri ile işbirliği yapan “Banderacı” hainlerin geleneğini sürdüren neo-nazi hareketler bu süreçte “Sorosçu” bir darbe ile Ukrayna’nın başına getirildiler. Bunlar, ülkelerindeki Rus kökenli yurttaşlarına karşı soykırımı hedefleyen “toplu yakma” ve “sürgün” benzeri eylemlere giriştiler...

Bu durum, iç politika ile diplomasi ve siyasetle kültür ve spor arasındaki tüm farkların silinmesine aynı dili konuşan iki kardeş ulusun her alanda düşman olmasına ve birbirini “boğazlamasına” yol açtı.

(Devam edecek)