Başöğretmen Atatürk'ü minnet, rahmet, saygı ve özlemle anıyorum. Bu yazımı O'na adıyorum.
***
14 Kasım'da okullar ilk tatile girecek. Her yıl olduğu gibi bu yılda sürdürüyorum yazmayı. Sabah karanlığında okula giden, akşam karanlığında eve dönen öğrencileri var bu ülkenin. Bu yanlış uygulamanın onların başarı şanslarına, bilgi edinme haklarına büyük zarar verdiğini düşünüyorum.
***
Öğretmenlerle okul sözcüğü özdeştir. Belki de bu iki sözcük kadar birbirlerine yakışan çok az sözcük var ya da bu bağlamda olmazsa olmaz bir ikincisi yok gibi geliyor bana. Okuldur bizi öğretmenlerle buluşturan sınıftır, öğretmenlerdir, bize okulu da sınıfı da sevdiren...
***
Öğretmenlerimi anımsadım. İlkokuldan üniversiteyi bitirene değin öğrenim yaşamım boyunca 79 öğretmenim olmuş. Kimin var ki bu kadar öğretmeni! Seviniyorum, onlarla gururlanıyorum. Bu ülkede mektupla bile öğretmen yetiştirildi ülkemde. Hani derler ya, 'Sabah çiği kadar' derler işte öyle. Öğretmenliğim 'Yedek Subay öğretmenlik''ti. Bugün de arkadaşlarımın büyük çoğunluğu emekli öğretmenlerde oluşuyor. Öğretmenlerden oluşuyor.
***
Bendeki öğretmen sevgisi daha okula gitmeden başlar. Köyümüzün okulunun 3 öğretmeni (Zuhal Ilgaz, Seyfi Sezer, M. Necati İmre. Köydeki evimizde kiracıydılar.
Amcam 'Gölköy'ü bitirip gelmişti. Böylece daha okula gitmeden öğrenmiştim onlarla okuyup yazmayı. İlkokul'dan M. Ali Eroktay'ı iyilikleri ile Şemiye öğretmeni üzüntüyle, Yaşar Deriş ve Sadık Küçüklebir'i sevgi ile anıyorum. Ortaokul'da merhum Türkçeci Mehmet Atay, Fransızcacı Mediha Özkan, Türkçeci M. Güzin Anadol, Matematikçi-Müdür Turan Gökdeniz ve Tarihçi Zehra Güven, Canpolat Pamay bende iz bıraktılar. Onların da beni unutmadıklarını biliyorum. Yaşayanlara sağlık, sonsuzlukta olanlara rahmet diliyor, özlemle anıyorum.
***
Ben Kabataş Lisesi'ni öğretmenleri ile sevdim. Hala anılarımı süsler okulum ve öğretmenlerim ve manzarası da bir harikaydı bu okulun. Pencere kenarında ise sıranız, arada bir gelip geçen vapurlara bakar, düdük seslerini duyarsınız. Rıhtımında, Medusaları izler, geceleri mehtaba çıkardınız, rıhtım boyunca... Giriş Kapısında Ömer Seyfettin'in büstü, bahçesinde manolya ve içinde atkestanesi ağaçları vardı. Ama bizde okulu sevdiren, bu görüntüler kadar, öğretmenlerimiz ve arkadaşlarımızdı aynı zamanda. Onlarsız okulun tadı var mıydı? Kuşkusuz, yoktu.
***
Okulumuzun babaları ve anaları da vardı, ağabeyleri de: Galip Baba, Baba Behçet, Sabahattin Baba gibi. İsmet Ana, Bedia Alev, Abla Muhsine Usmanoğlu gibi. Ağabeylere gelince: Ahmet Taner Kışlalı, Ergin İnanç, Uğur Aykan gibi. Lakabı olan öğretmenlerimiz bir geleneğin sürdüğünü gösterirdi. Öküz Hilmi, Atom Arif, Sallabaş Kemal, Kürt Aziz gibi. Müdürümüz Faik Dranaz, anıt adamlarından biriydi. Okulum 'Okul Başkan' seçer, sorunları başkan çözerdi. Belki de okulda demokrasi uygulayan tek liseydi.
***
Yaşamımda hiç sevmediğim öğretmen yok muydu? Vardı elbet! Bu onları insan olarak da sevmediğimden kaynaklanıyordu. Ayrıca onların derslerini de sevmemiştim. Karnemdeki düşük notlar da onlara aitti. Ama insan bilgiyi sınıfta öğreniyor, ediniyordu da yaşamı öğrenemiyorduk.
***
Bize dışarıdaki yaşamı anlatan, öğreten Behçet Necatigil, Samih Nafiz Tansu, Hilmi Ziya Apak, Zeliha Bali idi. Daha çok. Felsefe'yi de Faik Dranaz anlatıyordu. Münir Raşit Öymen, Psikoloji ve mantık okutuyordu. Hepsinin verdiği notlar 9-10'du. Ne var ki bu notlar yaşamda verilmiyordu. Daha doğrusu notlar, öğretmen-öğrenci ilişkisindeki sevgi, saygı, özveri, dayanç, bilgi, öğrenme merakına, içtenliğe dayanmıyordu. Bunu, ilişkilerdeki çıkar ve konum, durum ve yorumlar belirliyor. Sanıyorum çocukluktan gençliğe, okullarda bizim kişiliğimize damgasını basıyordu çoğu öğretmenimiz.
***
'Bilgiyi sevgi ile sunan/sözcüklerinin balarısı/Türkçe tapınağının tanrısı/geleceğimizi aydınlık eyleyen /insanların en hası'ydı hepside.
(*)Son çeyrek yüz yılda Ulusal Eğitimimizi 15 Kasım'da okuyacaksınız.