‘‘Türkiye Cuma günü, İstanbul’da işlenen bir vahşete tanıklık etti. Edirnekapı surlarının üzerine çıkan bir kişi öldürdüğü bir kızın başını kesip surlardan aşağı attı. Katil zanlısının bu vahşetten yarım saat önce de Eyüp sultan’da bir başka kızı da katlettiği ortaya çıktı.’’
Cinnet terimi, ‘’bir an için normalin dışı davranışları göstererek akıl dışı ve mantıksız davranışlarda bulunması, delilik hali’’ anlamında kullanılmaktadır. Zihinsel ve ruhsal bozukluklardan kaynaklandığı için psikolojik bir hastalık olarak kabul edilmektedir. Bu yıllardır işlenen cinayetlere gerekli önlemlerin ciddiyetle ele alınmamasının sonucudur. Bu İstanbul sözleşmesinden çıkılmasının sonucudur.
Eskiden nadir duyulurdu bu canilikler, oysa günümüzde her an her yerde karşımıza çıkan Vaka-i Adiye’den hale geldi! Yakın geçmişe kadar üçüncü sayfa haberi olarak bilinen cinnet ve cinayet haberleri, günümüzde artık medya kanallarında birinci sayfadan verilmektedir.
Adaletsizliğin, ayırımcılığın, yoksulluğun yaygınlaştığı toplumlarda şiddet kaçınılmaz olarak artacaktır elbette. Olayların nedeni kadar tehlikenin de farkında olmamız gerekiyor. Toplum ve ülke olarak çok zor bir dönemden geçtiğimizin farkına varalım. Olayları yok sayarak, üzerini örterek tehlikeyi ortadan kaldıramayız. İnsanların, korku ikliminde devamlı olarak kendilerini baskı altında hissetmeleri kaçınılmazdır. Böyle bir ortamda cinnet halinin sıradanlaşması da yaygınlaşması da kolaylaşmıştır.
Her gün karşılaştığımız haberler arasında en çok da şiddet olayları gelmektedir. Aile içi şiddet, kadına yönelik şiddet, doktorlara, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet, trafikte yaşanan şiddet olayları derken bu sarmal giderek artıyor. Duyarsızlık, ilgisizlik, vicdansızlık, şuursuzluk sıradanlaşınca elbette toplumun büyük çoğunluğu cinnet riski taşımaya başlar.
Kadına yönelik şiddet örneğinde olduğu gibi cinayetler, öfke ve düşmanlıklar sıradanlaşır ve yaygınlık kazanırsa toplumsal cinnet elbette daha da artacaktır. Umarım böylesi bir durumla karşı karşıya kalmayız. İnsanların sosyal medyayı dahi özgürce kullanamadığı, milyonlarca insanın terör örgütü kapsamında baskı altına alındığı ve ceza evlerinin tıka basa doldurulduğu bir ülkede sizce insanların huzur ve güven içinde olması mümkün olabilir mi?
Yaşam koşullarının ağırlığı, ailevi problemlerle başa çıkabilme yetisinin azalması, önce ruhsal problemlere ardından depresyona ve önlem alınmadığı takdirde de ruhsal sorunların doruk noktası olan cinnet geçirmeye kadar gidebilmektedir. Ancak toplumsal olarak şiddete ve saldırganlığa olan eğilimimizin artmış olduğu da yadsınamaz bir gerçektir. Bu durumu ekonomik ve sosyal olarak açıklamak da mümkündür.
Ekonomik olarak son yıllarda yaşanan gelir düzeyinin azalması, yoksullaşma, işsizlik, geleceğe dair umutların azalması, kişilerin maddi açıdan ciddi zararlar görmeleri, insanların kendilerini tehdit altında hissetmeleri de geldiğimiz noktayı açıklar. Türkiye’de sokaklar özellikle kadınlar ve çocuklar için güvenli olmaktan çıkmıştır. Bakıldığında aslında hiçbirimizin can güvenliği de yok! Aylarca ‘ahmak davası’ndan dolayı Ekrem İmamoğlu'nun ceza alıp almayacağı tartışılıncaya kadar TBMM’de yapılacak olan ilk görüşmede konunun ivedilikle ele alınması yaşamsal bir zorunluluktur.