Bizim en ciddi sorunlarımızdan birisi kendi başımıza yarattığımız sorunları, sorun olarak görmemek ya da onları birer sorun olarak kabul etmemek. Öyle olunca da sorunları azaltma ve çözme çabası içine girmiyoruz. Bırakın mevcutları çözmeyi her gün bu sorunlara yenilerini ekliyoruz. Sonuçta sorun sayısı sürekli artıyor.

Sorunları çözmek için önce başlıca sorunların neler olduğunu saptamak gerekli. Başlıkları sıralamak gerekirse: Demokrasi eksikliği, güçler ayrımının olmayışı, laiklik ilkesinin zedelenmesi, siyasal partiler yasasının lider sultasını özendirici yapıda olması, Yüksek Seçim Kurulu’nun tümüyle bağımsız olmaması, merkezi yönetimle yerel yönetimler arasındaki ilişkilerin siyasal içeriğe dayalı olarak kurulması, bütün komşularla sorunlu olunması, bizimle yakın ilgili olan üç büyük güçle, ABD, AB ve Rusya ile sorunlu ilişkilerin düzene sokulamaması, Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakerelerinin yürtülememesi vb...

Hukuk herkese lazım söylemine rağmen; Hukukun herkese eşit ve tarafsız biçimde uygulanmayışı (hukukun üstünlüğünün bulunmayışı), yasaların, yasaları yapanlara ve uygulayanlara uygulanmaması, kadınlara ve çocuklara karşı şiddet ve tacizin gerektiği biçimde kovuşturmaya ve cezalandırmaya konu olmaması (İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasıyla bu konudaki kötü yaklaşım cesaretlendirilmiş oldu.),hayvan haklarının yeterince korunmaması vb…

Muasır medeniyetler (çağdaş uygarlıklar) düzeyine çıkmayı engelleyen bunca sorun içindeyiz. Bu sorunlar aynı zamanda çağdaş dünyanın bize baktığında risk olarak nitelediği sorunlar. İktidarın görüşleri aleyhine verilmiş, AİHM kararları dâhil, yargı kararlarının uygulanmaması, yargının muhalefeti caydırmak ve sindirmek için bir araç olarak kullanılması, yargıdaki atamalarda siyasetin en üst düzeyde rol oynaması vb…

Eğitimi tüm bu başlıklardan farklı bir yere koyamayız elbette; Eğitimde sorgulayıcı, araştırıcı ve analitik bir yönteme dayanmak yerine ezbere dayalı yöntemlerin tercih edilmesi, okullarda bilimin gerektirdiği eğitimin dinsel inanç süzgecinden geçirilerek biçimlendirilmesi, bilim ile din arasındaki konuların dinsel inanca göre kitaplara konulması veya konulmaması, YÖK’ün demokratik ve özgür üniversite yapısını önleyici tutumu, Üniversitelerin kendi rektörlerini, fakültelerin kendi dekanlarını seçme hakkından yoksun bırakılması, gereksiz üniversite ve bölümlerin varlığı ve bazı bölümlere ihtiyaçtan çok fazla öğrenci alınması vb…

“Devlet yönetiminde üç büyük tehlike vardır: Yasamanın yürütme gücünü eline geçirmesi ya da tam tersi, yasa koyucuların kendi koydukları kurallara uymaması, yasa koyucuların kuralları kendi durumlarına göre yapması.” Belki daha da büyük tehlike gayri resmi 13 milyon mültecinin olduğu bu ülkede, mülteci değil üstü örtülü bir istilanın olması. Bu durum ileride Türkiye’nin başını çok ağrıtacaktır.

Tüm bu nedenlerle bu sorunları ortadan kaldıramadığımız hatta tam tersine üzerlerine sürekli yenilerini eklediğimiz için Venezuela ve Arjantin’le birlikte dünyanın en riskli ülkeleri arasında yer alıyoruz. Çağdaş uygarlıklar düzeyini yakalamayı hedefleyen bir yapı değişikliği anlamında yapısal reform yapmak istiyorsak burada ele aldığım sorunları teker teker ortadan kaldırmamız gerekiyor. Bunların çözümünün sağlanmasıyla bu sarmaldan kurtulacağımız inancımı diri tutuyorum…