1453 yılında İstanbul’u fetheden Sultan II. Mehmet, bir zamanlar Bizanslı tarihçi Niketas’ın söylediği sözleri unutmamıştı: “Çeşm-i Cihan!” 1461 yılında Trabzon seferine çıktığında “Önce Amasra!” dedi. Yolunun üzerinde olan Amasra öncelikle alınmalıydı. Şehir karadan ve denizden kuşatıldığında, bu tarihî beldeyi tepeden izleyen Fatih, yanındaki lalasına “Çeşm-i Cihan bu mu ola?” dediğinde, Amasra kalesinin anahtarları çoktan komutanlarına teslim edilmiş, şehir savaşmadan teslim olmuştu. Fatih, şehir halkına bağışlayıcı davrandı; onların İstanbul’a yerleştirilmesini ve Amasra’ya Eflani halkının getirtilmesini buyurdu. Bugünkü Amasra halkı, Eflanililerin soyundan gelmektedir.

       Amasra, bugün 17 Km. kadar uzaklıktaki Bartın ilinin bir ilçesidir. Bartın’dan yola çıkıldığında, yol, dolana dolana ve yeşil güzelliklerin arasından, dağların yamaçlarından Amasra’ya kadar iner. Şehir, birbirinin tam aksi yönündeki iki limanı (Büyük Liman ve Küçük Liman), plajları, Amasra Kalesi, buraya “Kemere” denilen bir köprüyle bağlanan “Boztepe”si ve limanın dışındaki Büyükada”sı ile birlikte minyatür bir güzellik anıtıdır.

       Amasra ve çevresi köyleri, yıllardır, orman ürünleri satışıyla, balıkçılıkla geçinirler. Örneğin, artık pek zorlukla bulunan şimşir, bir zamanlar tüm ülkeye ihracı yapılan önemli bir meta idi. Zonguldak maden ocakları için gerekli kerestenin bir kısmı da buradan sağlanırdı. “Çekicilik” denilen ahşap el sanatları, uzun yıllardır Amasralıların övündüğü bir sanat gösterisidir. Şehre elektrik gelmesinden sonra tornacılığa dönüşen bu sanat, son yıllarda piyasalara Çin mallarının gelmesi üzerine, babadan kalma dükkânlarında bu işi yapmaya çalışan bir kaç kişinin elinde kalmış gibidir. Bugün “Çekiciler Çarşısı” olarak bilinen tarihî çarşısında bunun örnekleri görülebilir. Ayrıca, Amasralı hanımların elinden çıkan ince tel kırma işlemelerine de bu çarşıda rastlayabilirsiniz.

       Amasra sahilinden doğuya, İnebolu yönüne doğru yola çıktığınızda, birbirinden güzel koylarla karşılaşırsınız. Bunlar, Bozköy, Çakraz, Akkonak, Deliklişile, Tekkeönü, Gideros, Kurucaşile, Cide… diye gider. Bartın’dan itibaren bütün bu sahillerde, bir zamanlar, Karadeniz’in hırçın dalgalarına dayanıklı tekne yapımı önde gelen iş kollarından biriydi. Hâlen de bazı koylarda bu iş devam etmektedir.

    Sadece ülkemizin değil, belki de gerçekten dünyanın gözü sayılabilecek bu yer bir doğa harikasıdır. Batı Karadeniz’in bu ilginç bölgesinde, jeolojik devirlerde oluşan beş adacığın dördünün zamanla birleşmesi sonucu ortaya çıkan yarımadalar ve koyların birleşimiyle, bir zamanlar “Amastris” adıyla anılan bu doğa güzelliği ortaya çıkmıştır. Bu görüntü tabii ki insanoğlunun gözünden kaçamazdı. Nitekim insanoğlunun buraya ilk yerleşimini bilebilmemiz için, çok eskilere, en az 3000 yıl öncesine gitmemiz gerekir. Yâni, 3000 yıllık bir tarihi vardır Amasra’nın.

        Bu şehrin doğal güzelliklerinin yanı sıra, diğer bir özelliği de, yakınında ve çevresinde kömür yataklarının bulunmasıdır. Örneğin, 19. yüzyılın sonlarında, Amasra ve çevresinde 13 kömür ocağı bulunmaktaydı. Bu ocaklardan biri hariç tamamı yabancılar tarafından işletilirken, Tarlaağzı’ndaki tek ocak Müslüman bir madenciye, 1864 yılında bir Boşnak göçmeni olarak Amasra’ya gelen madenci Edhem Ağa’ya aitti. Zamanla kasabanın varlıklı kişilerinden biri olanEdhem Ağa’nın 1890 yılında yaptırdığı Edhem Ağa Konağı,bugün bile görkemli hâliyle Amasra’nın üst düzey yapıtlarından biridir.

       1920 Temmuz’undan sonra, Bartınlı Kemâl (Samancıoğlu) Beybaşkanlığında Amasra’da başlanan Kuvay-ı Milliye için gönüllü yazılımına, Madenci Edhem Ağa’nın oğlu İsmail Hakkı (Özkömür) de katıldı. Görevleri, İstanbul ve Rusya’dan gönderilen silâhların ve cephanenin Ankara’ya güvenli bir şekilde ulaşmasını sağlamaktı. İsmail Hakkı bu görevinde canla başla çalıştı; adı bir Kuvay-ı Milliyeci olarak Amasra tarihine geçti. Rusya’dan askerî malzemeyi getiren gemiler, madenci Edhem Ağa, Pandelaki ve Setrek Efendiler tarafından, Anadolu’ya gönderilen malzemenin karşılığı olarak hibe edilen kömürle dolu olarak Rusya’ya dönüyorlardı.

       Bugün bir turizm beldesi olan, nerdeyse yılın her günü yerli ve yabancı turistlerle dolup taşan bu şehre doğa ve insan sağlığı üzerinde çok olumsuz etkileri görülebilecek bir kararla termik santral yapılması kararı alınmıştı…. İnanılır gibi değil!

      Bir tesis için döşenecek enerji iletim hattının ormanlık araziden geçen 36.5 Km.lik bölümünde ağaç katliamı yapılarak toplam 43.000 ağacın kesilmesi plânlanmıştı. Kurulacak termik santraldan çıkacak gazların, tarım ürünleri, hayvanlar ve su varlıkları üzerinde kalıcı tahribat yapacağı ve bu gazların asit yağmuru oluşturarak toprağın kimyasal yapısını bozacağı, bunun sonunda bölgede tarımsal verimin düşeceği, kuraklık olacağı, hayvancılık, arıcılık ve balıkçılığı öldürebileceği biliniyordu. Ayrıca, bu gazların içerdiği ağır metallerin, bu havayı soluyan canlıların merkezî sinir sistemini etkileyeceği, kanser vakalarına neden olabileceği de bilim adamları tarafından açıklanmıştı. Diğer taraftan, bu santralın atık suları, toprağa, yeraltı sularına, denize veya akarsulara boşaltılacağından, kullandığımız suyun yaşam zincirinin bozulma tehlikesi de vardı. Bütün bunlara rağmen, bu ÇED kararı nasıl alınmıştı? Sadece kendilerinin değil, çocuklarının, torunlarının yaşamlarını tehlikeye atan bu uygulamaya karşı, Amasra ve Bartın’da birbiri ardına çeşitli mitingler düzenlendi. 42000 kişi, ayrı ayrı 42000 dilekçe yazarak son ÇED kararının düzeltilmesini, bu tarihi ve turistik bölgenin termik santral gazabından kurtarılmasını istedi…     

Constantinople gibi çok güzel bir beldeyi Bizans’ın elinden alan Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul için söylemediği sözler, Amasra’nın Bakacak Tepesi denilen yerinden şehri gördüğünde bir anda ağzından çıkmıştı. Öyle bir manzara idi ki gördüğü, kim olsa bunu derdi: “Lala! Çeşm-i Cihan (Dünya’nın gözbebeği) bu mu ola?”Şimdilerde altın dönemini yaşıyor…