Gerçekte “kısa” olsa da bizim “koca” diye anlamlandırdığımız bu hayatta neler yaşamıyoruz ki? Aslında bu kısacık hayat diliminde ne sevinçler, ne üzüntüler, ne acılar yaşıyoruz.

Bunun yanında bir de her bir insan, yaşı ne olursa olsun dünyanın ve çevrenin kirlendiğinden bahsedip eskiden böyle olmadığını söyleyebiliyor. Bu bakımdan herkes de bir “Nerede o eski günler” tadında eskiye özlem var.

Kirlenmenin hızı, bizim bu kısacık hayatlarımızda bile fark edebileceğimiz bir hızla ilerliyor. Evet, gerçekten çevre kirleniyor ve bunu hepimiz bugün hızla akan hayatlarımızın akışında bile görebiliyor ve fark edebiliyoruz. Daha evvel de yazmış olduğum yazılarım var. Çevre için ana tema “Çevreyi koru, çevreyi temiz tut” ekseninde idi. Bütün uyarılara karşın çevre duyarsızlığı konusu aldı başını gitti.

Binlerce yıl öncesini düşünecek olursak; belki birçok açıdan hayat zor ve meşakkatliydi ama insanlar sayıca az ve tabiat ile tam uyumlu bir hayat sürdürdüklerinden dolayı çevre kirliliğinden bahsetmek pek mümkün değildi. Ancak zaman ilerledikçe ve hepimizin bildiği çağlar ve gelişmeler yaşandıkça insan tabiattan kopmaya, doğal olandan uzaklaşıp kendine sentetik bir dünya inşa etmeye başladı.

Fabrikalarda seri üretilen işlenmiş gıdalar, dayanıklı malzemelerden yapılmış çok katlı barınaklar, tehlikeli madde ihtiva eden çok hızlı ulaşım ve iletişim araçları ve daha niceleri. Bunlar zor ve meşakkatli hayatı belki yaşanabilir ve konforlu bir alan hâline getirerek kolaylaştırdı ama yeni sorunları da beraberinde getirdi; kirlenme ve atık sorunları gibi. Hani eski uygarlıkları vahşi, günümüz insanını ise modern ve medeni olarak tanımlıyoruz ya ancak görünen o ki medenileştikçe kirleniyor ve kirletiyoruz. Mutlaka çevreyi koruyan, temiz tutanlar da oldu. Atıklardan korunma yöntemleri bulundu ve kullanıldı. Ne var ki, yıllar sonra bugün; dünya kirlendi, çünkü onu biz kirlettik. Şarkıda diyor ya “biz büyüdük ve kirlendi dünya”. Gerçekten de biz büyüdük ve dünyayı kirlettik.

Bugün artık kıtlık, kuraklık, aşırı yağışlar, aşırı sıcaklıklar, yangınlar, seller, volkan patlamaları gibi doğal afetler ve çevre kirliliği ve iklim krizi vs. daha birçok küresel çevre felaketi haber bültenlerinin sıradan haberleri arasında yer alıyor. Dünyanın var olan dengesini bozduğumuz apaçık görülüyor. Örneğin, SALDA’ya millet bahçesi yapmak, hangi akla-mantığa sığar acaba? Son görüntüleri içler acısıydı. Hele dereleri kurutmak, yataklarını değiştirmek, ormanları altın arayıcılarına vermek, koyları, sahilleri gökdelenlerle kapatmak; denizleri, gölleri kurutmak,  tarihi mekânlardaki yağma-talan bizden başka hangi ülkelerde var? Özcesi, çevreyi evlatlarına korunmuş bir halde miras bırakmak diye bir olgu görmezden gelindi.

Denizlerde, kirlilik nedeniyle bazı balık türlerimizin yok olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Doğa konusundaki büyük duyarsızlık yanında; yenilik adına her yeri bir yere benzetmek, kentlerin yağmalanmasına göz yumulan; rantçı bir anlayışın eseri değil mi? Bizi ve bizden sonraki nesilleri bekleyen birçok sorun mevcut ve devam ediyor. İnsanoğlu önce soruna sebep olup sonra çözüm üretmek için yollar arıyor.

Uzun zamandır uzmanlar uyarıyor; tarım arazileri ve ormanların talanı çevre değerlerinin yok edilişi gündemde başat konulardan. Topraklarımız için de durum benzer yani. Organik olana, doğal olana meylediş var. Yani asıl olana dönüş yaşanıyor. Aslında hepimiz aslımıza özlem duyuyoruz, onun içindir ki; hobi bahçeleri yapıyor, koca koca gökdelenlere ağaç dikip doğa özlemimizi gidermeye çalışıyoruz.

Şimdi soruyorum: Çevre mi dediniz? Böyle giderse; her alanda olduğu gibi bütün değerleri yadsıyarak; gelecek kuşaklara bırakacağımız yaşanabilir bir çevre ve dünyamız olmayacak, bizler de bundan payımızı alacağız. Bu nedenle yeşili seven, sularını kirletmeyen, doğal güzelliklerine sahip çıkan, kültürel değerlerini özenle koruyan bir ülke olmak umuduyla…