15 Temmuz darbe girişimi Türkiye’nin yakın tarihinde karşı karşıya kaldığı en somut ve en tehlikeli saldırıydı...

Bu girişim, yalnızca bir FETÖ darbe girişimi ya da TSK içinde yuvalanmış bir takım FETÖ bağlantılı personelin işi değildi...

15 Temmuz’da Türkiye’nin bedenine bir zincir sarılmaya ve bu zincir vasıtasıyla ülke günümüzde Ortadoğu’dan Ukrayna’ya kadar uzanan savaş alanına ABD’nin “piyonu” olarak sokulmaya ve parçalanmaya çalışılmıştı.

***

Sözünü ettiğimiz zincirin dört halkası vardı:

Ülkemizi Ortadoğu’da ve Karadeniz bölgesinde jandarma olarak kullanmayı amaçlayan “küresel efendi” ABD, onun askeri aygıtı NATO, ülke içindeki gizli savaş örgütü FETÖ ve ülkeyi ABD adına hem içeriden hem dışarıdan vuracak olan ABD’nin vekalet savaşı için kurduğu, halen Suriye’de “kara örgütü” olarak kullandığı PKK...

Eğer darbe girişimi başarılı olsaydı, Türkiye uzun vadeli bir iç mücadele içine sürüklenecek, bu fırsattan istifade eden PKK Güneydoğu’da oluşacak otorite boşluğundan yararlanarak fiilen özerk bir bölge oluşturacak, bunun ardından iktidarı ele geçiren darbeciler “Yurtta Sulh” sloganıyla sözde “iç barışı sağlamak” adına bu bölgesel otoriteyi tanıyacak, FETÖcü yönetim ve PKK, ABD’nin koordinasyonunda Irak’tan Akdeniz’e uzanan “petrol koridorunu” açacak, ardından ülke bir yandan Ukrayna’da yapılan NATO operasyonunun bir parçası olurken, diğer yandan Suriye’de resmi yönetim (dolayısıyla Rusya) ile doğrudan çatışmaya girecek ve İsrail yayılmacılığına destek verecekti...

Bütün bunlara karşı ülke içinde oluşacak muhalefeti bastırmak amacıyla 12 Eylül’ü bile aratacak bir terör ve baskı kurulacak yüz binlerce insan bu baskı mekanizması tarafından öldürülecek ya da cezaevlerine doldurulacaktı.

***

15 Temmuz’da yaşanan bu acı tecrübe sonucunda bir zamanlar ABD’nin hazırladığı “Büyük Ortadoğu Projesinin eşbaşkanı” olmakla övünen, Suriye’de ABD ile birlikte Arap Baharı rüzgârları estirmeye çalışan, Rusya ile yaşanan “uçak krizi” sırasında NATO’yu bölgeye çağıran,  FETÖ’yü “alnı secdeye değdiği için kendilerinden zarar gelmeyecek” bir topluluk olarak gören ve onlara “ne istedilerse veren” bir yönetim, sonunda kendilerine de yönelen tehlikenin büyüklüğünü gördü ve ülke uçuruma yuvarlanmaktan son anda kurtuldu...

Neticede, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, 15 Temmuz’un sekizinci yıl dönümü dolayısıyla yaptığı açıklamada şu saptamayı yaptı:

“15 Temmuz gecesi sadece bir işgal girişimini püskürtmedik, aynı zamanda istiklal ve istikbalimize de sahip çıktık. O gece FETÖ'cü hainler bizi ve ailemizi değil, AK Parti hükümetini değil, devletimizin güvenlik birimlerini değil, topyekun Türkiyemizi hedef aldılar. Bizi asırlardır ayakta tutan kardeşliğimiz hedef alındı. Taşeron olarak kullandıkları FETÖ'cüler eliyle Türk milletine diz çöktürmeyi amaçlıyorlardı. FETÖ'yü sureti haktan göstererek 40 yıl boyunca büyüttüler, beslediler, yurt dışında önünü açtılar. 15 Temmuz sonrası ortaya koyduğumuz klasörler dolusu delile rağmen darbecileri ve elebaşlarını bunun için ısrarla desteklemeyi sürdürdüler. Çatışma, zulüm ve kıtlıktan kaçan mazlumlara bir lokma ekmeği dahi çok görürken, FETÖ'cü hainleri bunun için bağırlarına bastılar. Türkiye'de darbeye karışmış, insanımızın kanını dökmüş, millete kurşun sıkmış teröristler, bize sürekli demokrasi dersi veren Batı başkentlerinde, işte bunun için ellerini kollarını sallayarak serbestçe gezebiliyorlar.”

***

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamasında bütün bunları yaptıran “özne”nin (ABD ve NATO üyesi Batılı ülkelerin) adları diplomatik nedenler göz önüne alınarak verilmiyor...

Ama Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının darbe girişiminin ardından 29 Kasım 2016’da Genelkurmay Başkanlığından istediği FETÖ konulu bilirkişi raporunda (bu rapor daha sonra Kaynak Yayınları tarafından “Türk Ordusunun Bugünkü İdeolojisi” adıyla yayımlandı)  FETÖ’nün küresel güçlerin ve NATO’nun maşası olarak kullanıldığı açıkça vurgulanıyor.

Türkiye’yi kontrol etmek isteyen devletlerin FETÖ vasıtasıyla orduyu ele geçirmeye çalıştığına dikkat çekilen raporda, “Fetullah Gülen’in ABD’de yaşamasına”, “son 15 yılda ABD’ye yüksek lisans ve doktora maksatlı eğitime veya NATO görevlerine gönderilenlerin sayısının artmasına” dikkat çekildikten sonra “ABD’ye giden bu personelden darbe girişimine fiilen iştirak eden FETÖ/PDY ile iltisaklı olduğu tespit edilenlerin oranı dikkat çekecek boyutta yüksektir.” deniliyor...

Raporda daha sonra şu ifadeler yer alıyor:

“FETÖ/PDY küresel güçlerin stratejik hedeflerini gerçekleştirmek üzere kullanılan bir maşa olarak; Anayasa’da belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devleti’nin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini yıkmak ve daha sonra Devleti ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini bozmak amacıyla kurulmuş bir terör örgütüdür. Bu örgüt, yabancı devletler ve istihbarat örgütleri ile doğrudan/dolaylı çıkar/menfaat ilişkileri içindedir. Yurt dışı görevlere seçilerek NATO kadrolarına atanan FETÖ/PDY mensubu subayların bazı milli ve askeri bilgileri, gerek NATO makamlarına servis ettikleri gerekse de milli menfaatlerimizin söz konusu olduğu bazı konuların örgütün istediği şekilde gerçekleşmesini sağlayacak şekilde kullandıkları tespit edilmiştir. (...) En güvenilir kurumlardan birisi olan TSK üzerinden ülkemizi kontrol etmeyi amaçlayan yabancı devletler, FETÖ/PDY vasıtasıyla TSK’yı ele geçirmeye veya güçsüzleştirmeye çalışmaktadır. TSK’yı zayıflatarak ülkemizde sürekli bir kaos ortamı meydana getirebilmek için PKK Terör Örgütü’nden umduğunu bulamayanlar yeni taşeron olarak FETÖ/PDY’yi kullanmaktadır. PKK’nın liderinin yakalanarak ülkemize getirilişi ile Fetullah Gülen’in ABD’ye gidiş tarihleri arasında çok kısa bir zaman dilimi vardır.”

Raporda yurt dışında NATO gibi kurumlarda görevli personelin bir bölümünün “yurda geri dönmeyerek firari durumuna düştükleri ve bu personelin tümünün TSK’dan ihraç edildikleri” de ifade ediliyor.

(Devam edecek)