Bu köşede daha önce yayınlanan yazılarda iktidar partisi ile ana muhalefet partisinin Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesini temel alarak Türkiye’nin ulusal bütünlüğü, komşularıyla barış ve NATO’nun savaş kışkırtıcılığına karşı olma temelinde bir “ulusal uzlaşmaya” varmalarının objektif koşullarının olduğunu savunmuş...

Bu uzlaşmanın “sübjektif koşullarının” oluşturulması için iki parti arasında bir diyalog geliştirilmesinin önemine değinmiştik...

Hiç kuşkusuz iki parti içinde de böyle bir uzlaşmadan yana olanlar olduğu gibi buna sonuna kadar karşı çıkacak güçler de vardır.

***

Bugünkü konjonktürde AKP içinde böyle bir uzlaşma ve diyalog ortamına karşı çıkanların elindeki en büyük koz muhalefet partilerinin ABD, İsrail ve PKK/FETÖ gibi terör örgütlerinin peşine takılmış olduğu iddiasıdır...

AKP’nin iktidara geldiği dönemde izlediği politika düşünüldüğünde bu iddia çok saçma gelebilir...

Ama aradan 20 yıldan fazla zaman geçmiş, köprülerin altından çok sular akmış, günümüzde ABD/Batı/İsrail karşıtlığı neo-liberal solcularımız ve CHP’nin geçirdiği dönüşüm nedeniyle AKP ve MHP’ye kalmıştır!

***

AKP’nin ABD ve Batı’ya siyasal yaklaşımının farklılaşmasında Türkiye’deki anti-demokratik gelişmeler karşısında Batılı çevrelerden gelen ve demokrasinin bazı genel ilkelerini vurgulayan eleştirilerin önemli bir rolü vardır...

Ama bu durum, ABD ve AB’nin geçmişte, yani AKP’nin “Batı yanlısı” olduğu ve Büyük Ortadoğu Projesine olumlu yaklaştığı dönemde bu tür gelişmelere karşı gözlerini yumduğu ve bunları dile getirenleri “demokrasi karşıtlığı” ile suçladığı gerçeğini karartmamalıdır...

Son zamanlarda Batı’dan demokrasi adına gelen eleştiri ve protestoların ana nedenlerinden biri, AKP’nin dış politikasında ABD ve Batı ile arasına mesafe koyarak Çin ile işbirliğini geliştirme çabası içine girmesi, Rusya’ya karşı yaptırım politikasını reddetmesi, İsrail’in saldırganlığına karşı çıkması ve Batı’nın “Truva atları” olan FETÖ ve PKK ile arasına mesafe koymasıdır.

***

ABD ve AB, bu durumda bir alternatif olarak gördükleri ana muhalefet partisi CHP’yi destekleme ve bu partiyi tamamen kendi çizgilerine çekme uğraşı vermektedir...

Bu yeni bir taktik değildir...

ABD’nin 2003 yılı başlarında Türkiye üzerinden Irak’ı işgal operasyonu hazırlıkları yaptığı dönemde gündeme gelen 1 Mart tezkeresine Deniz Baykal başkanlığındaki CHP’nin karşı çıkması üzerine ABD’nin CHP içinde bir operasyon başlattığı ve bu operasyon sonunda CIA uzantısı FETÖcülerin hazırladığı bir kaset komplosuyla operasyona karşı çıkan Baykal-Sav ekibinin partinin başından uzaklaştırılarak Kılıçdaroğlu’nun yolunun açıldığı bir sır değildir.

***

Kılıçdaroğlu döneminde gerçekten de CHP dönüştürülmüş, köklerinden uzaklaştırılmış ve “Yeni CHP” olarak adlandırılan Batı tarzı neo-liberal bir sosyal demokrat partiye dönüştürülmüştür...

Günümüzde Kılıçdaroğlu’nun bu partinin genel başkanlığından uzaklaştırılmış olmasına karşın onun kurduğu yapı halen CHP’nin dış politikasını belirlemektedir. İç politikada ise CHP’nin “demokrasi” mücadelesi büyük ölçüde Batılı çevrelerin çizdiği çerçeve içinde bir tür “neo-liberal muhalefet” manzarası arz etmektedir...

Bu nedenle, AKP içinde CHP ile diyalog politikasına karşı çıkanların kullandığı yöntemlerden biri bu muhalefeti “Sorosçuluk”la, dolayısıyla ABD kuklası olmakla, FETÖ ve PKK ile uzlaşmakla suçlamaktır.

***

ABD’nin gerçekten de CHP içinde böyle bir akımı güçlendirmek gibi bir çabası vardır...

Son günlerde AKP’nin İsrail karşıtı söylemini sertleştirmesi üzerine İsrail de bu yöndeki çabalara katkıda bulunmaktadır...

Bunun en açık örneklerinden biri İsrail Dışişleri Bakanı Katz’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsrail’i soykırım ile suçlayan açıklamasını hedef alan bir mesajına CHP’nin muhtemel cumhurbaşkanı adayı olan Ekrem İmamoğlu’nu “eklemesi”, yani mesajı onun dikkatine sunmasıdır...

Gerçi İmamoğlu bu tuzağa düşmemiş, bu mesaja Erdoğan’ı savunan ve İsrail’in katliamlarını kınayan bir cevap vermiştir, ancak CHP içinde İsrail-Hamas çatışmasında İsrail’e yakın durduğunu bir şekilde açıklayan dış politika danışmanlarının da olduğu ve bu danışmanların temsil ettiği eğilimin Katz gibilerini CHP üzerinde oyun oynamaya teşvik ettiği de bir gerçektir.

***

Tüm bu karmaşık oyunlar, emperyalizme karşı ulusal mücadele ile demokrasi mücadelesinin bir bütün olarak ele alınması ve birlikte yürütülmesinin önemini göstermektedir...

Demokrasi ayağı olmayan bir “ulusal” mücadele nasıl yozlaşmaya ve başarısızlığa mahkum ise, ulusal ayağı olmayan, yani anti-emperyalist bir eğilim taşımayan demokrasi mücadelesi de aynı şekilde yozlaşmaya ve başarısızlığa mahkumdur...

CHP’nin ulusal tavrını netleştirerek emperyalist oyunlara karşı çıkması onun yürüttüğü demokrasi mücadelesini zayıflatmaz güçlendirir. Bu, aynı zamanda demokrasi mücadelesini “Sorosçuluk”, “PKK destekçiliği”, “Fetö ile işbirliği” gibi göstermeyi amaçlayanların da oyunlarını bozar. Böyle bir tavır,  emperyalist devletlerin düşmanlığını çekse bile Türkiye’yi “çok kutuplu dünya”yı savunan ülkelerle yakınlaştırır ve güçlendirir.