4 Aralık tarihli yazımızda Suriye’deki savaşta Türkiye’nin konumu ve rolünün giderek önem kazandığını, bu konumu ve rolü doğru bir şekilde değerlendirebilmek için Suriye savaşının geçmişini hatırlamak gerektiğini söylemiş...
AKP iktidarının Büyük Ortadoğu Projesi gündeme geldiğinde bu projeyi sahiplendiğini, Arap Baharı’nın başında bu operasyona karşı çıkmasına karşın daha sonra Batı’nın koalisyonuna katıldığını ve sıra Suriye’ye geldiğinde koalisyon güçlerinin ön saflarında yer aldığını sözlerimize eklemiştik.
***
Askeri stratejinin dahisi olarak kabul edilen Prusyalı General Clausewitz’in konuya aşina olan herkes tarafından bilinen bir sözü vardır: “Savaşın başında yığınakta yapılan hata, savaşın sonuna kadar düzeltilemez.” Bu söz dış politika açısından da geçerlidir...
2002 yılında kurulan AKP iktidarının Büyük Ortadoğu Projesine destek vererek ABD’nin Irak operasyonunu kolaylaştırması yığınakta yapılan ilk hataydı...
Aynı koalisyonun Arap devletlerinin bir bölümüyle birlikte gerçekleştirdiği Arap Baharı operasyonları Suriye’yi hedef aldığında bu operasyona destek verilmesi ise yığınakta yapılan ikinci hatayı oluşturdu. Halen bu hatalar düzeltilmeye çalışılsa da bu mümkün olamıyor!
***
Hatırlayalım...
Irak operasyonu ilk aşamada bu ülkenin kuzeyinde Barzani’nin İsrail ve ABD desteğiyle Saddam Hüseyin yönetimine karşı yürüttüğü ayrılıkçı mücadeleyi güçlendirmiş, bu arada ABD’nin koruması ve desteğiyle PKK de bölgeye yerleştirilmişti...
Arap Baharındaki Suriye operasyonu ise Suriyenin kuzeyini Esad yönetiminin denetiminden çıkarmış, önce IŞİD’in, daha sonra PKK’nin Suriye kolu olan PYD’nin buraya yerleşmesine yol açmıştır.
***
Suriye operasyonu öncesinde Türkiye-Suriye ilişkileri bu ülkenin sınırlarından Türkiye’ye sızan PKK’nin saldırıları nedeniyle gergin bir durumdaydı...
Bu duruma bir son verilmesi için 1998 yılında TSK Suriye’ye bir ültimatom vermiş, bunun üzerine bu ülkede yaşayan Abdullah Öcalan Suriye’den sınır dışı edilmiş, daha sonra da idam edilmemesi koşuluyla ABD tarafından Türkiye’ye gönderilmişti...
Bu gelişmelerin ardından Türkiye ile Suriye arasında bir “bahar havası” yaşandı. İki ülke liderlerinin kişisel temasları ve Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’in arabuluculuğu sonucu “Adana Mutabakatı” adı verilen bir anlaşma imzalandı. 2010 yılında adı "Terör ve Terör Örgütlerine Karşı Ortak İşbirliği Anlaşması" olarak değiştirilen 23 maddelik anlaşma başta PKK olmak üzere her iki devletin de terör örgütlerinin kendi toprağındaki tüm faaliyetlerine engel olmasını; karşılıklı olarak hiçbir ikamet, lojistik, eğitim, ulaşım ve silah kapasitesine müsaade etmemesini; tutukluların iadesi, bilgi ve istihbarat paylaşımı alanlarında işbirliği hatta ortak operasyonlar yapılmasını öngörüyordu...
Arap Baharı operasyonlarına kadar iki devlet de bu anlaşmaya sadık kaldı ve Türkiye’nin Suriye sınırı en güvenli sınırlardan biri haline geldi.
***
Arap Baharı operasyonları Suriye’ye gelip dayandığında Türkiye’nin NATO üyeliği dolayısıyla ABD ile yakın işbirliği halinde olması nedeniyle Türkiye-Suriye ilişkileri tekrar gerildi...
AKP’nin başlangıçta Esad’a yaptığı rejim muhaliflerini hükümete alarak “demokratikleşme” önerisi reddedilince ipler giderek koptu ve o andan itibaren Türkiye Suriye’deki rejim karşıtlarının ayaklanmasını desteklemeye başladı...
Ne var ki, Suriye’de hemen tamamına yakını IŞİD ve benzeri terör örgütlerinden oluşan isyancılar Suriye’nin kuzeyinde Esad rejimine fiilen son verdiklerinde ABD tarafından desteklenen ve büyük bir bölümü PKK’nin bölgedeki uzantısı olan PYD içinde toplanan güçler de kendi bölgelerini denetimleri altına aldılar. Bu güçler sonunda ABD tarafından bu devletin Suriye’deki “kara ordusu” olarak ilan edilerek koruma altına alındılar. Böylece PKK’nin ABD’nin koruması altında Irak’ın kuzeyinde kurdukları üslerden sonra PKK/PYD de Suriye’nin kuzeyine yerleşmiş oldu.
***
Suriye savaşının sonraki aşamalarında bu durum ABD ile Türkiye arasında en önemli anlaşmazlık konusunu oluşturdu...
Türkiye, bir süre sonra ABD’nin kendisini Rusya ile savaşa zorlama ve PKK’yi koruma altına alarak Suriye’de ona bir “devletçik” kurdurma tavrına tepki olarak Rusya ve İran ile birlikte hareket etmeye başladı...
Bunun sonucunda bu üç devlet “Astana Süreci” adı verilen bir tür platform kurdular.
***
Astana Süreci, Suriye’nin kuzeyinde çatışmaları durdurma ve bu üç devletin kendi etki alanları içinde Suriye’nin toprak bütünlüğüne karşı savaşan güçleri bir şekilde etkisiz hale getirme çabalarına dayanıyordu. Suriye’de yenilgiye uğrayan “cihatçı” güçlerin toplandığı İdlib Türkiye’nin sorumluluk bölgesinde yer alan bölgelerden birini oluşturuyordu. Türkiye başlangıçta bu güçleri denetim altına alarak yönlendirebileceği düşüncesindeydi. Ancak çeşitli örgütlere mensup üç milyondan fazla isyancının aileleriyle birlikte toplandıkları bölge, bir süre sonra El Kaide ve onun bir kolu olan El Nusra’nın devamı niteliğindeki HTŞ’nin denetimi altına girdi...
HTŞ, Astana Sürecine en başından beri karşı çıkmaktaydı ve bu süreci sabote etmek için elinden gelen her şeyi yaptı. Türkiye’nin Rusya ve İran ile ilişkilerini bozmak isteyen ABD, İsrail ve Ukrayna ise bu durumdan yararlanarak HTŞ’yi eğitti ve donattı...
Türkiye bu durum karşısında bir açmazla karşı karşıya kaldı: Astana sürecinde aldığı sorumluluk gereği HTŞ’yi etkisiz hale getirmeye çalışsa hem ABD ile ters düşecek hem de o bölgede yaşayan üç milyondan fazla rejim muhalifinin Türkiye’ye başlatacağı yeni bir göç dalgasıyla karşı karşıya kalacaktı. Aksi durumda ise Rusya ve İran’a karşı taahhütlerini yerine getirememiş olacaktı.
(Devam edecek)