Önceki yazımızda ABD’nin yarattığı Irak savaşından Ukrayna ve Gazze savaşlarına kadar uzanan çatışmaların bir “Kaos İmparatorluğu’ yaratmayı hedeflediğini; bu “imparatorluğun” kültürel paradigmasının Samuel Huntington tarafından kaleme alınan “Medeniyetler Çatışması” adlı kitapta dile getirildiğini; ABD emperyalizminin küresel efendilik hırsıyla “dinsel ırkçılık ve Doğu’ya duyulan antipatinin tuhaf bir karışımı” olan bu paradigmanın gerçek dininin “Yahudi Hıristiyanlık” yani “Evanjelizm” olduğunu söylemiştik...
Bu imparatorluğun askeri örgütü NATO’dur ve İsrail, “NATO’nun Ortadoğu’daki uzantısı” olduğu için ABD açısından “vazgeçilmez” bir müttefik olarak görülmektedir.
***
O nedenle ABD ve Batı Avrupalı devletler tarafından tarih, din ve kültür bakımından “Batılı devletler” olarak görülen Çekya, Macaristan, Polonya ve Slovakya, Estonya, Letonya, Litvaya, İsveç, Norveç, Finlandiya, Danimarka, İzlanda, Slovenya ve Hırvatistan gibi ülkelere AB ve NATO’nun kapıları kısa bir süre içinde açılırken, tarihleri boyunca Müslüman ya da Ortodoks olmuş Sırbistan, Bosna-Hersek, Arnavutluk, hatta Ukrayna (bir bölümü tarihsel olarak Rusya’nın bir parçası olduğu için) o kapılardan girmekte zorlanmaktadır...
Türkiye ise soğuk savaş döneminde talep ettiği halde uzun süre NATO’ya alınmamış, ancak Kore savaşında gösterdiği “yararlılık” ve Sovyetler Birliği’ne sınırdaş bir “ileri karakol” olması nedeniyle zoraki bir şekilde kabullenilmiştir. Buna karşın NATO üyesi olduğu dönemde bile “müttefiklerinin” silah ambargolarına ve askeri darbe ya da darbe girişimlerine maruz kalmıştır.
***
Yine yukarıda sayılan ülkelerin AB’ye katılım başvuruları hızlı bir biçimde “olumlu” sonuç verirken Türkiye 60 yılı aşkın bir süre AB kapısı önünde Gümrük Birliği ile “bağlanmış” olarak bekletilmektedir...
En önemlisi, bu bakış açısı günümüz koşullarında konjonktürel olarak şekillenmiş değildir; tarihseldir!..
Bu “tarihsel” bakış açısının kökleri bir yandan Müslümanlığın ortaya çıkmasının ardından yaşanan gelişmelere; diğer yandan Türklerin özellikle Selçuklular ve Osmanlıların Avrupa devletlerinin Doğu’ya yayılmalarına set çektiği dönemlere kadar uzanmaktadır.
***
Yazımızın başında ABD’nin gerçek dininin “Yahudi Hıristiyanlık” bir diğer deyişle “Evanjelizm” olduğunu söylemiştik...
Hıristiyanlığın bir kolu olarak değerlendirilen Evanjelizmin en önemli özelliği “Eski Ahit” olarak değerlendirilen Tevrat’ı Katolik inancının temeli olarak kabul edilen İncillerin temeli ve kökü olarak kabul etmesidir. O nedenle Evanjelistler Yahudileri Tanrı’nın “seçilmiş halkı” olarak görür, Nil’den Fırat’a kadar uzanan ve merkezi Kudüs olan toprakların Tanrı tarafından Yahudilere bağışlanmış “Kutsal Topraklar” olduğunu savunurlar...
Yani, Evanjelistler ile tutucu Yahudiler aynı inanca sahiptirler.
***
Bu iki inancı birleştiren bir diğer unsur da “Mesihcilik”tir...
Yahudi Hıristiyanlar, İsa’nın ölmediğine, göklere çekilerek Tanrı’nın yanındaki yerini aldığına ve günü geldiğinde yine kutsal topraklarda zuhur ederek ona iman edenleri yanına alıp gökyüzüne yükseleceğine inanırlar...
Ancak bu olaydan önce Armageddon adı verilen (burası muhtemelen Suriye yakınlarında yer alan El Meciddo’dur) İsa’nın Yahudi ve Evangelistlerden oluşan halkıyla Müslüman, Katolik ve Ortodoks düşmanları arasında büyük bir savaş çıkacak bu savaşta “kafirler” ateşle yok edileceklerdir!
***
Yahudi ırkçılığı olarak tanımlanabilecek siyasal ve dinsel bir akım olan Siyonizm, bu inanç üzerine kurulu olduğu için hem Theodor Herzl gibi Yahudi milliyetçiliğinin ideologları hem de Siyonist inancı savunan Hristiyan siyasetçiler (bunlar arasında Churchill, Disraeli, Lloyd George, Arthur Ballfour gibi ünlü İngiliz siyaset adamları da vardır) “Kutsal Topraklar”da başkenti Kudüs olan bir Yahudi yurdu kurulmasına maddi ve manevi her türlü desteği sağlamışlardır...
ABD’de bu akım özellikle Ronald Reagan’ın Başkanlığı ve onu izleyen dönemde adeta bir devlet ideolojisi haline gelmiş bulunmaktadır...
Örneğin Reagan başkanlık yaptığı dönemde bir söyleşide şu ifadeyi kullanmıştır:
“Aşikâr ki, Eski Ahit’teki peygamberlerimize ve Armageddon’la ilgili önceden haber verilmiş alametlere geri dönüp baktığımızda , ‘Acaba olacakları görecek nesil biz miyiz?’ diye merak ediyorum. İnanın bana, bu kehanetler açık bir şekilde yaşamakta olduğumuz bugünleri gösteriyor.”
(Devam edecek)