Önceki yazımızda “gelişmiş ülkelerin” gelişme hızlarını daha da artırmak ve üstünlüklerini korumak için birbiriyle yarıştıklarını, bu yarışın atmosfere giderek daha fazla karbon ve sera gazı salınmasına yol açtığını,
atmosferdeki bozulmanın küresel ısınma sorununu şiddetlendirdiğini, küresel ısınmaya bağlı olarak dünyada çölleşme, ormanların yok olması, su sorunu gibi sorunların hızla büyüdüğünü söylemiş...
Devletler arasındaki mücadeleden söz etsek de iplerin aslında kârlarından başka bir şey düşünmeyen bir avuç küresel şirketin elinde olduğunu, bu şirketlerin yalnızca dünya ekonomisini yönlendirmekle kalmayıp algılarımızı, beyinlerimizi de kendi çıkarları doğrultusunda şekillendiklerini sözlerimize eklemiştik...
Bu olumsuz değişimlere tepki olarak Avrupa’da yirminci yüzyılın sonlarından günümüze kadar çeşitli toplumsal hareket ve direnişler ortaya çıksa da doğanın korunması konusundaki bilinç ile siyasal bilinç birlikte gelişmediği için bu hareketler bir süre sonra sönmüş ya da değişime uğramıştır.
***
Günümüzde Avrupa’da 1960’lı yıllardan itibaren gelişen “yeşiller” hareketinin gelinen noktada en muhafazakâr partiler ve en güçlü sermaye kesimleri tarafından savunulan neoliberal politikaların destekçisi haline gelmesi bu açıdan son derece öğretici bir örnektir...
Bazı “doğaseverler”in karbon salınımını azaltmanın yolu olarak karbon gazı salgıladıkları gerekçesiyle ormanların yok edilmesini, et ve sütleri için beslenen hayvanların yerini laboratuvarlarda üretilen “yapay et”in almasını, bu eti almaya parası yetmeyenlerin böceklerle beslenmesini savunması bu durumun bir sonucudur...
Tüm veriler gelişmiş ülkelerin dışında kalmış olan ülkelerde toplumsal mücadeleler ve ekolojik mücadelelerin emperyalist ülkelerin ekonomik ve politik baskılarına karşı direnişle birleştirilmesi bir zorunluluk haline gelmiş bulunduğunu gösterse de bu yönde umut verici bir gelişme yoktur.
***
Küresel yoksulluk ve açlık konusunda araştırmalar yapan İngiltere merkezli uluslararası bir kuruluş olan Oxfam’ın Stockholm Çevre Enstitüsü (SEI) ile işbirliği içinde hazırladığı rapor, dünya nüfusunun gelir açısından en zengin yüzde 1'lik kesiminin, 5 milyar insana yani insanlığın üçte ikisine eş miktarda CO2 emisyonu ürettiğini ortaya koymaktadır. Küresel şirketlere kumanda eden bu yüzde 1’lik kesimin sebep olduğu emisyon miktarı, dünya üzerindeki tüm ulaşım araçlarının ürettiği toplam emisyondan daha fazladır. Bu kesim içinde yer alan bir kişi yüzde 99'luk kesimin içinde bulunan bir kişiyle kıyaslandığında ortalama olarak bir yılda dünyayı bin beş yüz kat daha fazla kirletmektedir...
2023 yılında yayınlanan BM Dünyada Gıda Güvenliği ve Beslenme Raporu ise küresel iklim değişikliğinin “bolluk içinde açlık” sorunu ile yakından ilişkili olduğunu göstermektedir. Birleşmiş Milletler çatısı altında yer alan beş örgüt tarafından hazırlanan bu rapora göre, 2019’dan bu yana 122 milyon kişi daha açlığa itilmiş bulunmaktadır...
Bu veriler dünyayı kirleterek yaşanmaz hale getirenlerin aynı zamanda insanlığı açlığa mahkum edenler olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
***
Doğanın korunması ve toplumsal eşitsizliklerin ortadan kaldırılması ile demokrasinin korunması ve geliştirilmesinin birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğu açık bir gerçektir...
Birleşmiş Milletler uzman kuruluşlarından beş örgütün, 12 Temmuz 2023 tarihinde ortaklaşa yayınladığı “Dünyada Gıda Güvenliği ve Beslenmenin Son Durumu (SOFI) raporu” 2019’dan bu yana dünyada 122 milyondan fazla insan daha açlığa mahkum edildiğini göstermektedir...
Dünya ölçeğinde demokratik eğilimlerin gerilemesi ile açlık ve sefaletin ilerlemesi arasındaki ilişki son derece açık olsa da 2024 yılında bu sorunların aşılabileceğine ilişkin ortada hiçbir belirti yoktur.
***
Dünyada durum böyleyken ülkemizdeki gelişmeler daha da vahimdir...
Türkiye’de uzun süredir devam eden ekonomik durumdaki bozulma, depremin yol açtığı kayıplar, siyasi istikrarsızlık ve hukuk sistemindeki kargaşa nedeniyle daha da artmış bulunmaktadır...
Hazine ve Maliye Bakanlığı verilerine göre merkezi yönetimin brüt borç stoku Ekim sonu itibariyle 6 trilyon 276 milyar lirayı geçmiş bulunmaktadır. Bu borcun 4 trilyon 57,2 milyar lira tutarındaki bölümü döviz borçlarından oluşmaktadır. Borç yükü artarken gelir dağılımındaki bozulma da tüm hızıyla devam etmektedir.
***
Dünyadaki ve ülkemizdeki bu gelişmeler karşısında 2024 yılına umutla bakmak mümkün müdür?..
Bu sorunun cevabını okurlarımıza bırakıyor...
Her şeye karşın “gelecekten umudunuzu kesmeyin” diyoruz!