31 Mart yerel seçimlerinde iktidar-muhalefet dengesinin sürpriz bir şekilde aktör değiştirmesi yani CHP’nin birinci parti çıkması karşısında iktidar kanadından yumuşama mesajları gelmişti. Bizzat Erdoğan’ın kendisi, seçmenin vermek istediği mesajı aldıklarını belirterek iç politikada yumuşamaya ihtiyaç duyulduğunu söylemiş, ana muhalefet lideri Özgür Özel ile yaptığı görüşme, 28 Şubat davası hükümlülerinin zaten hakları olan af yetkisinin gecikmeli de olsa yürürlüğe konulması yeni bir sürecin işareti olarak değerlendirilmişti.
Gerçi Cumhur İttifakı’nın milliyetçi kanadından şahin mesajlar gelmedi değil. Sarayın düşüncelerine mikrofonluk yaptığı düşünülen Gazeteci Abdulkadir Selvi’nin “Kavala’nın hapiste kalmasının AKP’ye ne yararı var?” içerikli yazıları karşısında celallenen MHP’liler, Selvi için “kılıç artığı” ifadelerini kullandı. Bahçeli de olağan şekilde herkesi tehdit eden sözleriyle gündem oldu.
Kimilerine göre AKP yumuşama istiyor ama buna engel olan milliyetçi bir ortağı var. Siyasal İslamcılığın genetik kodlarını bilenler ise yumuşama-normalleşme laflarının samimiyetinden kuşkuluydular. AKP böyle bir görüntü veriyor olabilirdi ama gerçekte otoriter eğilimlerinin artmasını bekliyordu bu grup. Nitekim haklı çıktılar.
Bir "yumuşama", "normalleşme" tiradlarının daha sonuna geldiğimizi gösteren iki düzenleme var. Bunlardan biri etki ajanlığı konusu.
Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) “devlet güvenliği ile ilgili belgeleri elinde bulundurma suçu”nu düzenleyen 339. Maddesine “diğer faaliyetler” başlığı ile eklenen taslak, “yeni tip ajanlık faaliyetiyle mücadele” gerekçesine dayandırılıyor. Yeni düzenleme mevcut haliyle çıktığında gazeteciler, sivil toplum örgütleri, araştırmacılar yaptıkları çalışmalar, dile getirdikleri görüşler nedeniyle etki ajanı ilan edilebilir. Bir cadı avı başlatılabilir ve iktidar denetimindeki yargı eliyle anayasal bir hak olan düşünce ve ifade özgürlüğünün kullanılması engellenebilir. Çünkü muğlak ifadeler her zaman muktedirlerin işine yarar.
Bir başka düzenleme seferberlik ve savaş haline ilişkin yönetmeliğin güncellenmesi. 24 Mayıs 1990 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan “Seferberlik ve Savaş Hali Tüzüğü” 34 yıl sonra yürürlükten kaldırıldı. Düzenlemeye göre daha önce Bakanlar Kurulu kararıyla alınan seferberlik ve savaş hali ilanı kararı cumhurbaşkanı tarafından alınabilecek.
Böylesine kritik bir konuda yetkinin tek adama verilmiş olması yeterince vahim ama daha vahimi Cumhurbaşkanının artık “ayaklanma ve kuvvetli veya eylemli kalkışma” ortaya çıkması durumunda doğrudan seferberlik ilanına karar verecek olması.
“Etki ajanlığı” da “ayaklanma” ve “eylemli kalkışma” ifadeleri de barındırdığı muğlaklıklar nedeniyle hayli tehlikeli. Toplumsal desteği azalmış olan bir iktidar, kendisine yönelen eleştiriyi etki ajanlığı ile susturabilir, bir hak arama eylemini de “eylemli kalkışma” sınıfına sokabilir. Çünkü, net ifadeler yoktur; böyle bir durumda güç kimin elinde ise o, kendi siyasal ihtiyaçlarına göre yorumlama yoluna gidecektir ki, bunun otoriterliği artıracağı aşikârdır.
Kamuoyunun gündemine peşpeşe getirilen bu iki düzenleme içerik itibariyle pek de hayra alamet işlerden sayılmaz. Herkes gibi ben de aynı soruyu soruyorum:
“Bu neyin hazırlığı?”