Sosyal devlet,vatandaşlarının refahını birincil sorumluluk kabul eden devlet kavramı olup; devletin vatandaşlarının iktisadi ve sosyal esenliklerinin korunması ve teşvik edilmesinde ana rol oynamasını önerir. İktisat Fakültesi 3. Sınıf derslerinden biri Sosyal Siyasetti. Bu dersi İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde iki hoca verirdi. Biri Orhan Tuna, diğeri de Ekmel Zadil.
Yıl 1962. Konu işçi-patron ilişkisi üzerineydi. Yanlış anımsamıyorsam şöyleydi: “Bizde özel sektör henüz gelişmedi’’denilerek devletten deneyimli bürokratlar transfer ediliyordu. Ancak, bir gün gelecek; “özel sektör kendi yetiştirdiği elemanlarını da devlete yerleştirecekti.” Bu bir kehanet de değildi.
Bir diğer konu da şu: İşçi-Patron mantığı. Bizde işçi: ‘‘ ben ırgat gibi çalışıyorum, patron oturduğu yerde para kazanıyor.” düşüncesi egemenken; Avrupa’da işçi: ‘‘Ben ne kadar çok çalışır, kazandırırsam patron da bana o kadar kazandırır” düşüncesiyle çalışmaktadır.
Sendikal haklar bizde, işçilerin mücadelesi sonucu oluşmadı; yasayla verildi. Bugün gelinen noktada hâlâ tam kurumsallaşmış değildir: Siyasi baskı ve dayatmalara hizmet eder görünümdedir. Eğer bunlar da olmasaymış, bugün emekçiler daha çok mağdur olacaklar ve sömürüleceklerdi. Bu ayrı bir konudur; sırası geldiğinde gene döneceğim…
Bugün bir haber okudum gazetede: ‘‘Bürokraside ABD modeli” olacakmış. Bu modele göre, devlet kadrolarına özel sektörde çalışan elemanlar (12 yılı doldurmuş üniversite mezunu olmak koşuluyla) kişiler çeşitli orunlara memur olarak atanabilecekler” miş…Bu ‘Başkanlık Sistemi’ne geçmenin adımlarından biriydi.Bu, olayın siyasi boyutu bence.Ama asıl boyut ekonomikti.
Özelleştirmeler, ekonomideki değişim ve dönüşümleri piyasa koşullarına göre ayarlamak, bir anlamda devletin ekonomiyi de elde tutma niyetidir .Nitekim öyle de oldu. Böylece ‘‘memuriyette liyakat aranmayacak, memurun kariyer yapmasına da gerek kalmayacak”tı. Katılmamak elde değil. Bunun başka bir anlamı da her seçim sonrasında kadroların, önemli holding ve şirketlerin adamlarından oluşabileceğinin gün gibi aşikâr olmasıdır.
Sosyal devlet olmanın en temel şartı ülkede yaşayan herkesin kendini güven altında hissetmesidir.Sosyal devlet;bireylere müdahaleci, düzenleyici, yeniden dağıtıcı, girişimci, hak ve özgürlüklerin sağlanması bakımından pozitif bir anlayışla yaklaşır.Ne var ki her zaman olduğu gibi iktidar geldiğinden beri bu konuda kendi siyasetini önceleyen bir tutum sergilemektedir.Gerek ana muhalefetin-gerekse işçi sendikalarının uyarılarına rağmen iktidar bu konuda da bildiğini okumaktadır.