Bir felaketten daha fazla öğretici ve ibret verici ne olabilir? Sarsıcı sonuçları, yaşattığı acılar ve yol açtığı yıkımlarla doğal afetler ya da insan ihmalinden, kusurundan ya da kastından kaynaklı facialar, ders olur değil mi?. Bir değil, iki değil, 10 değil, 100 değil yaşanan onca şeye rağmen, öğrenmiyoruz, öğrenemiyoruz. Tıpkı Kızılderililere atfen söylenen “sen öğrenene kadar ders devam eder” misali, öğrenemediğimiz için ders devam ediyor.
Keşke, “yine” diye bir sözcük olmasaydı. Ama var ve bu sözcüğü en çok biz ve bizim gibi kötü yönetilen ülkeler kullanıyor. İnsan hayatının ucuzlaştığı, hiç olmaması gereken ölümlerin peşpeşe yaşandığı, sıradanlaştığı, kimsenin denetlenemediği, sömürünün, haksızlığın, adaletsizliğin hakim olduğu ülkede hep “yine” diyoruz.
Yine, “yine” dediğimiz bir facia ile karşı karşıyayız. Yıllardır uzmanların uyarısına aldırış edilmediği için göz göre göre gelen felaketle, Türkiye’nin cennet köşelerinden Erzincan ve bölgesi zehirlendi. İliç’te Kanadalı SSR Mining ile Çalık Holding ortaklığında kurulan Anagold Madencilik’e ait tesiste, altın çıkarılmasında kullanılan başta siyanür olmak üzere pek çok zararlı kimyasal içeren atıkların depolandığı alanda kayma önlem alınmadığı için kayma oldu ve resmi açıklamalara göre 9 işçiyi toprak yuttu. Dileğimiz, toprak altındaki işçilerden sevindirici bir haber gelmesi ama umutlar da tükendi gibi.
Çöpler Altın Madeni, yağma, talan ve katliam projesi. Suyun, toprağın, havanın ve başka bir hayat yaşama imkanı ellerinden alınmış bölge insanının katledildiği, ekolojik dengeyi kalıcı şekilde bozan ve çevre yıkımının telafisi için çok uzun yıllara ihtiyaç duyulan bir proje. Baştan sona yanlışlarla dolu… Önce rızalık üretimine gidildi. Avrupa’da siyanürle altın aramak yasak olduğu için Türkiye’ye yönelen ve yerli işbirlikçilerini de bulan gözü dönmüş sermaye, siyasetçilerden gazetecilere, muhtarlardan yargı mensuplarına kadar her kesimi sunduğu imkanlarla etkisizleştirdi. Bir avuç bozguncu olarak lanse edilerek şeytanlaştırılan, meslek odalarının, çevrecilerin çığlıkları duyulmadı bile.
Hal böyle olunca çevresel etki değerlendirme raporları, çıkar ilişkilerine, rüşvet çarklarına göre şekillendi. Öyle ki, birinci derecede deprem kuşağı içinde yeralan Erzincan’da fay hattı üstüne maden işletmesi konduruldu. Fırat nehrine 350-400 metre mesafede siyanür havuzu yapıldı. Nasıl bir gözü dönmüşlükse, daha önce öngörülen süreden önce siyanür havuzu dolduğu için, zehirli gazlar püskürtme ile atmosfere verilmeye başlandı; yetmedi, mevcut maden sahasında iki kat kapasite artışına gidildi ve bugün İstanbul’u yönetmeye aday olan Murat Kurum, Çevre Bakanı olarak attığı imzayla “ÇED raporuna gerek yok” dedi. İki yıl önce siyanür taşıyan borular patladı ve zehirli atıklar, akarsulara karıştı ama şirket komik denilebilecek bir bedel ödeyerek, altın çıkarmaya devam etti. Dahası da var; şirketin vergi borçları da silindi.
Geldik bugüne…
Diyanet ekipleri ölümlerin kader olduğunu vaaz etmek üzere seferber ediliyor. Siyasiler, halka karşı sorumlu değilmiş de şirket sözcüsüymüş gibi konuşuyor, yerel yöneticiler kamuoyunu ikna edecek bir açıklama yapmıyor. Yapabildikleri en iyi iş, aykırı sesleri susturmak üzere birtakım yasaklar koymak. Erzincan’a giriş yasak ama nasıl oluyorsa Menzil dergahına bağlı Beşir Derneği çadır kuruyor.
Yolsuzluk, talan, yağma, cezasızlık mekanizması hiç şaşmaz biçimde ve aynı şekilde işliyor. Gözünü bir türlü doyuramadığımız üç beş şirket ve onların siyasi yandaşları servetlerine servet katarken, ölüm hep garibana, emekçiye, köylüye düşüyor.