Galatasaray- Fenerbahçe arasında oynanması planlanan Süper Kupa maçının Riyad’a alınmasıyla başlayan tartışmalar takımların maç iptali kararıyla sonuçlandı ve böylece bir spor faaliyeti bir anda futbol maçının ötesine geçip siyasi nitelik kazandı.
Krizin davul çala çala geldiği söylenebilir çünkü karşılaşmanın Riyad’a alınması tartışmalıydı.  Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. Yılında her retorik ve pratik sekülerlik-İslamcılık/muhafazakarlık ekseninde okunduğu için Riyad’ın tercih edilmesinin bir sebebi elbette ki vardı. Nitekim, Riyad seçeneğine iktidarın Türkiye Futbol Federasyonu’na yaptığı baskılar nedeniyle karar verildiği anlaşılıyor. Her tercih gibi bu da bir anlam taşıyor.
Riyad, 150-200 yıllık tarihimize damgasını vuran batılılaşma/modernleşme/çağdaşlaşma/sekülerleşme düşüncesi ve Tanzimat’tan beri bu düşüncelere reddiye üreten İslamcılık/muhafazakarlık arasındaki karşılaşmanın alanıydı. Orada sadece Galatasaray-Fenerbahçe yoktu; asırlık hesaplaşma sözkonusu idi. Cumhuriyet Türkiye’si ve İslamcılık düşüncesiyle dizayn edilmeye çalışılan AKP Türkiye’si ve bu rejimin has destekçisi Suudi Arabistan karşı karşıya gelecekti. 
Cumhuriyet kurumlarını yok eden, laikliğe karşı savaş açan, başta eğitim olmak üzere her alanı dinselleştiren, ülkeyi tarikat ve cemaatlere teslim eden iktidar açısından Riyad, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri vs ideolojik tercihleri ve dış politika yönelimleri açısından bir sembol.
Arabistan ve Suud ailesi, hem uluslar arası düzeyde ABD’nin komünizme karşı geliştirdiği Yeşil Kuşak projesinin finansörlüğünü yapmış bir ülke. 1950’li yıllardan başlayarak Türkiye’deki tarikat ve cemaatleri desteklediği hatta araştırmacı gazeteciliğin yüz akı ismi Uğur Mumcu’nun ortaya çıkardığı üzere Rabıtatül Alemül İslam (Dünya İslam Birliği ) örgütü eliyle Diyanet’in yurtdışındaki imamlarının maaşlarını ödediği de biliniyor. O Suud ailesi ki 2014 yılına kadar Müslüman Kardeşler örgütünün de baş destekçisi idi.
Son yıllarda ise Arap sermayesi Türkiye’ye hücum etmiş durumda. Özellikle gayrimenkul piyasasının en güçlü alıcılarını Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerin vatandaşları oluşturuyor ve ayrıca Arap şirketlerine ayrıcalıklar tanınıyor, vatandaşlık veriliyor. 
Dolayısıyla maç iptaliyle ortaya çıkan krizin tarihsel bir arka planı olduğu gibi halihazırda Riyad, iktidarın devleti ve toplumu dinselleştirme çabalarına, dış politika tercihlerine, izlediği göçmen politikasına, eğitim aracılığı ile toplumu sokmak istediği kalıba tepkilerin toplamını ifade eder hale geldi. Karşılaşmanın skorunu en çarpıcı şekilde vurgulayan ise Hollanda’nın yeni seçilen başbakanı Geert Wilders oldu. Wilders’in, “Atatürk- Saudi Arabia: 10-0” diye attığı twit ile asırlık kavgayı özetledi. 
Riyad’da marjinalleştirilerek sesi boğulan, köşeye kıstırılan, öfkeli, yaşadığı yoksulluğu, adaletsizliği, yaşam tarzı dayatmalarını reddeden muhalif unsurlar futbol karşılaşması üzerinden tepkilerini ifade ettiler aslında. Çünkü, aşırı kutuplaşmış ve baskılanmış ortamlarda hiç ilgili/ilgisiz her konu siyasi zemine kayabilir.
Daha maç iptaline ilişkin karar alınmadan çok önce sosyal medyada hem her iki takımın taraftarları hem de genel kamuoyunun kulüp başkanlarına yönelik “maça çıkmayın, efsane olun” şeklindeki baskıları açıkça görülmekteydi. Her iki kulüp, aldığı kararla geniş bir kesimin hislerine tercüman oldu sadece. Ancak, meseleyi anlamak yerine alışıldığı gibi dış mihrak, provokasyon sözcükleriyle açıklamaya çalışanlar da mevcut.