Geçtiğimiz günlerde Ümit Özdağ Orta Doğu'nun eskiden Gaziantep'te bittiğini ancak şimdi bu haritanın Edirne'ye kadar uzandığını ve Türkiye'nin tamamının artık Orta Doğu'nun bir parçası olduğunu belirtti. 

Türkiye gerçekten de gün geçtikçe bu "tehlike" ile karşı karşıya kalmaktadır. Burada dikkat çekilmesi gereken konu ise saptırılmaktadır. Orta Doğululaşmak evet bir tehdittir ancak bu tehdit baskın söylemde belirtildiği gibi Araplaşmaktan yahut Müslümanlaşmaktan kaynaklanan bir sorun değildir, olmamalıdır. 

Aslında bu alenen kolonyalist bir bakış açısının ürünüdür. Kurulan ırklar hiyerarşisinde Arap kimliği yahut Müslüman kimliği tıpkı Siyahî kimliği gibi horlanmış ve ötekileştirilmiştir. Bu söylem ülkemizde ne yazık ki gün geçtikçe daha da çok satılır hale gelmiş ve siyasî algının bir parçası olmuştur. Evet Orta Doğululaşmak kötü bir şeydir ancak Arap milletinin etnik olarak aşağılanması veya Müslüman kimliğinin/inancının ötekileştirilmesi üzerinden bu anlayışın güdülmesi alenen faşizimdir.

Orta Doğululuk kötüdür çünkü otoriter rejimleri ve ataerkilliği temsil eden kötücül bir yorumdur. Bir coğrafyadan, etnisiteden ve inançtan öte ideolojik olarak baskıcılığın, liyakatsizliğin, saldırganlığın sembolü haline gelmiş kelime toplumumuzun üstüne yapışmamalıdır. 

Türkiye bir Orta Doğu ülkesi değildir ve olmayacaktır. Sahip olduğumuz değerler ve demokrasi geçmişimiz Orta Doğu'dan oldukça uzaktır ancak evrildiğimiz süreç bizleri tıpkı Orta Doğulu ülkelerin vatandaşlarının tedirginliğine itmektedir. Stabil ve işleyen demokrasilerin vatandaşları böyle kaygılı olmazlar. Bizlere coğrafyanın gerçeğinden geçmişte kurtulduğumuz gibi tekrar kurtulmak düşmektedir.

Emperyalist emelleri ile mandacılık rejimleri altında yönetilen komşularının aksine Türkiye Cumhuriyeti hep bağımsız bir ülke olmuştur. Bu köklerinden kopmamalı, coğrafya kaderdir anlayışını derhal terk etmelidir. Coğrafya bizim insanımız için nasıl cumhuriyetin kuruluşunda kader değilse şimdi de değildir. Bizim kendi gerçekliğimize dört elle sarılmamız ve bu işgal edilmiş ülke sendromundan kurtulmamız bir zorunluluktur. 

Çünkü her vatandaş kendine şunu hatırlatmalıdır: Bu coğrafyanın travmaları bana ait değil, biz kendi kaderini yenmiş bir tarihe sahibiz.