Hazine ve Maliye Bakanlığı hemen her ülkede ‘belkemiği’ olarak bilinir. Temel nedeni de bu kurumun bütçe dengesi başta olmak üzere, harcama kalemleri konusunda her zaman ‘cimri’ davranmasıdır. Türkiye’de son yıllarda ekonomide ve bürokrasideki liyakatsizlik hemen her alanda işlerin düzgün yürümesini önledi. Bugün Hazine ve Maliye Bakanlığı bünyesine alınan memurdan, kariyer meslek mensuplarına kadar bakanlığa geçiş süreçlerinde geçmişteki Maliye Bakanlığı duyarlılığından eser olmadığını söylemeliyim.

TBMM’ye sunulan yasalara ve yasaların hazırlanış şeklindeki dile ve mevzuatta yaşanan kargaşaya baktıkça, nasıl eğitimsiz bir bürokrat kesimi oluştuğu görüldükçe, bu okula olan ihtiyacın her zamankinden fazla olduğunu belirtmeliyim. Çünkü Maliye Okulu’nun işlevini fakültelerin yerine getirmesi mümkün değil, üstat-çırak ilişkisi içerisinde ortak inceleme görevlerini birlikte sürdüren bir fonksiyonu vardı.

Örneğimi de yasalaşan son vergi düzenlemesi ile vereyim. Düzenleme ile aslında ‘vergide çifte standardın’ getirildiği görülür. Muhasebe, vergi, finans ve maliye mesleklerindeki kesimler ilgili düzenlemedeki çifte standartlaşmayı çok daha iyi bilir. Vergi yasalarının kilitlendiği temel amaç olan fiskal özelliğinden uzaklaştığı, üzerine vazife olmayan konuları üstlendiği, vergi tekniğinin delik deşik edildiği, yolgeçen hanına döndüğü, getirilen düzenlemelerin neredeyse sermaye kesiminin tamamına, diğer alanlarda ise ilgili ilgisiz, özensiz, bol keseden istisna ve indirim dağıttığı görülür.

Bu nedenle artık kurulması ve devletin hazine ve maliyesini tutan bürokrasinin yetişmesini sağlayacağına inandığım ‘akademi’ hakkında sizleri biraz gerilere götüreyim.

Birçok kesimin bugün pek bilmediği, hatta Türkiye’nin ilk köy enstitüsü olarak nitelenen Maliye Okulu vardı. Atatürk’ün 1922 yılında yaptığı bir konuşmasında “Bugünkü savaşımlarımızın gayesi, tam bağımsızlıktır. Bağımsızlığın tamlığı ise ancak malî bağımsızlık ile mümkündür. Bir devletin maliyesi bağımsızlıktan mahrum olunca, o devletin bütün hayatî kuruluşlarında bağımsızlık felce uğramıştır” sözü ile aslında mali bağımsızlığı güzel özetlemişti. İşte bu sözden 2 yıl sonra ‘Mali Bağımsızlık ve Maliye’ ilkesiyle 1924 tarihli Anayasa’da ‘Maliye Okulu’nun açılmasına yer verildi. Böylece o tarihlerde kamu maliyesi adına kayda değer bir adım atılmış oldu. Bu arada Osmanlı dönemi olan 1909 yılında da İstanbul Beyazıt’ta Maliye Meslek Mektebi’nin olduğunu da söyleyeyim. Bu okulun 6 yıl boyunca 1915 yılındaki Çanakkale Savaşı başlayıncaya kadar öğrenimini sürdürdüğünü söylersem, Maliye Okulu’nun önemini sanırım biraz daha anlatmış olurum.

1924 açılması kararlaştırılan Maliye Okulu 1950 yılında kapatıldı. Türkiye’nin kapalı ekonominin tasfiye edilmesini, dış sermayeye açılma ve serbest piyasa ekonomisine geçiş denemesinin olduğu 1950-1954 döneminde yani. Ekonomide daralmanın başlaması ile birlikte 1955 yılında yeniden açıldı ve 1997’ye kadar eğitimi sürdürdü. 1977 yılında ise İzmir Maliye Meslek Lisesi açıldı ve 2003 yılına kadar mezun verdi. Yine 1979-1988 döneminde İstanbul Maliye Meslek Lisesi de öğrenim veren bir okul oldu. Özellikle ithal ikameci modelin tıkanması ve Türkiye’nin kendi dinamikleriyle kalkınma yollarının arandığı 1970’li yıllarda Maliye Okulları’ndaki artış dikkat çekici.

Dolayısıyla bugün Hazine ve Maliye Bakanlığı başta olmak üzere, mali ve ekonomik kurumların omurgası olmuş olan Maliye Okulları’nın kapatılması aslında Türkiye’nin mali kurumlarının omurgasının tasfiye edilmesinden başka bir şey olmadı. Maliye bürokrasisinde son yıllarda yaşanan olaylara bakınca devlette yetişmiş kadrolara yönelik ciddi bir tasfiyenin olduğuna işaret ediliyor. Bu tasfiyenin Maliye Okulları’nın kapatılmasıyla sınırlı kalmadığı, mali teknokrat ve bürokrasisine, 3568 sayılı yasa kapsamında sınavsız yeminli mali müşavir (YMM) yolunun açılması ve denetim birimlerinin tek çatı altında toplanması ile sürdürüldüğü dile getiriliyor.

Bütün bu anlattıklarımdan sonra gelelim benim ‘Maliye Akademisi’nin zamanı gelmedi mi?’ başlığıma…

Maliye Okulları hukuken değil, sadece fiilen kapatılmış durumda. Çünkü Maliye Okulunu açan mevzuat olduğu gibi bugün halen yürürlükte bulunuyor. Bugünün şartlarına göre okul ya da meslek lisesinden çok ‘Akademi’ unvanı haline getirilecek nitelikte okul açılırsa, maliye bürokrasisinin yılda 1-2 kez eğitimden geçirilmesinin önü açılacak. Personelin sık eğitimden geçirilmesinin bir diğer faydası ise; başka kamu idarelerine rehberlik yapmalarının önünün de açılacak olması. Böylece maliye dışındaki kurumların da mevzuata uygun yönetilmelerine katkı sunulması sağlanacak. Bir okul vazifesi görerek, kamu idarelerine ciddi orta ve üst düzey yönetici yetiştirilmesine imkan gelecek.

Mesela şimdi yürürlükte yok ama; 1050 sayılı Muhasebei Umumiye Kanunu ile mali sistemde mal müdürlükleri ve saymanlıklarının önemli görevleri vardı. Hazine arazilerinin kayıtları orada tutulurdu. Açıkçası yapılan hesap hataları ve mevzuata uygun olmayan işlemler de oradan dönerdi. O nedenle devletin en uçtaki eli-kolu olarak bilinen mal müdürlük ve saymanlıkları daha aktif hale getirilecek.

Bu nedenle Hazine ve Maliye Bakanlığı bünyesinde akademi şeklinde kurulacak bir eğitim biriminin olmasının artık zamanı geldi ve sisteme çok büyük katkı sağlayacağı aşikar…