Aksa Tufanı adı ile bilinen İsrail’e yönelik HAMAS operasyonu Ortadoğu’da İsrail’in saldırgan yüzünü açığa çıkarırken güç dengesini de değiştirdi...
İsrail ordusu Gazze’yi yakıp yıksa da HAMAS’ın savaş gücünü ortadan kaldıramadı, ama İsrail’i bölgede yalnızlaştırdı...
HAMAS lideri Heniye’nin bir suikastla öldürülmesi ise Gazze’de sürmekte olan ateşkes görüşmelerinin bir başka “bahara” kalmasına yol açtı.
***
İsrail’in bu suikastla İran’ı doğrudan çatışmanın içine çekme planlarının da tutmayacağı anlaşılıyor; çünkü İran uluslararası arenada bu olaylar karşısında takındığı soğukkanlı tavırla olumlu puan toplamaya devam ettiğini görüyor...
Nitekim, İran’ın talebi üzerine Rusya, Çin ve Cezayir’in desteğiyle yapılan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) acil toplantısında ABD ve İngiltere dışında İsrail’i savunan çıkmadı; onların da İsrail’in suç ortağı olduklarını tüm dünya biliyor...
Toplantıda en ilginç konuşmayı ise Rusya’nın BM Daimi Temsilcisi Dimitri Polyanski yaptı. İsrail’in amacının İran’ı bölgesel bir çatışmanın içine çekmek olduğunu söyleyen Polyanski, İsrail’i İran üzerinden bölgeyi istikrarsızlaştırmaya çalışmakla suçladı.
***
İsrail saldırısı, Türkiye’nin pozisyonunu da İsrail aleyhine etkiledi; Türkiye kamuoyunda İsrail saldırganlığına karşı bugüne kadar görülmemiş bir öfke dalgası yükseldi...
Gazze saldırısı öncesinde Türkiye ile İsrail arasında ABD ve Batılı ülkelerin de çabalarıyla ilişkiler bir hayli gelişmiş, ticaret artmıştı. Kriz öncesinde Netanyahu’nun Türkiye’ye bir dostluk ziyareti yapması planlanmaktaydı. 28 Temmuz 2023’te yapılması planlanan ziyaret Netanyahu’nun sağlık sorunları nedeniyle ertelenmişti. 7 Ekim’de yapılan Aksa Tufanı harekatından sonra iki ülke arasındaki ilişkiler adım adım soğudu. Önce ekonomik ilişkiler sınırlandı; Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Netanyahu arasındaki polemikten sonra ise ekonomik ve siyasal ilişkiler tamamen bitti.
***
Gelinen noktada İsrail Hükümetinin bir bakanı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı “Saddam’ın sonunu hatırlatarak” tehdit ediyor; Cumhurbaşkanı Erdoğan ise İsrail’e girmekten bahsediyor...
Geçmişte Erdoğan’ın Davos’ta yaptığı “van minüt” çıkışından sonra ilişkilerin adım adım nasıl düzeldiğini hatırlayanlar bu kez de benzer bir gelişmenin yaşanabileceğini düşünebilirler...
Ancak bu pek muhtemel görünmüyor; çünkü uluslararası siyasi konjonktür o dönemden çok farklı.
***
Bu arada ilginç bir gelişme yaşanıyor...
Siyonist İsrail Dışişleri Bakanı Katz, Türkiye’nin NATO’dan çıkarılmasını öneriyor...
İsrail’in NATO üyesi olmadığını, dolayısıyla bir ülkenin üye olmadığı bir topluluktan o topluluğun bir üyesinin çıkarılmasını istemesinin akla ve mantığa sığmadığını Katz hiç kuşkusuz biliyor. Ne var ki Katz’ın bu talebi üstü örtülü bir gerçeği açığa çıkarıyor:
O gerçek, NATO üyesi olmayan İsrail’in NATO’da Türkiye’den daha etkili bir güç olduğudur...
***
Bunun sebebi, İsrail’in aslında “bağımsız” bir devlet değil ABD’nin Ortadoğu’daki gayriresmi bir eyaleti olmasıdır...
Katz, aslında ABD’de var olan bir eğilimi dile getiriyor. ABD’deki siyonist çevreler son dönemde Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya meselesinde takındığı “kuşkucu” tavrı bahane ederek Türkiye’nin NATO’dan çıkarılmasını öneriyorlardı...
İşin ironik kısmı ise şudur: Türkiye’de NATO’nun Türkiye’nin bağımsızlığının önündeki en önemli engellerden biri olduğunu savunan ilerici ve demokrat çevreler de Türkiye’nin NATO’dan ivedilikle ayrılması gerektiğini savunuyorlar. Yani İsrail Dışişleri Bakanı aslında Türkiye’nin yararına olan bir şeyi bir ceza tehdidi olarak kullanmaya çalışıyor!
***
Aksa Tufanı operasyonu öncesinde Türkiye’nin İsrail ile ilişkileri hızla gelişmekteydi. Bu gelişme, o dönemde ekonomik zorluklardan ötürü Türkiye’nin ABD ve Batı Avrupa ülkeleriyle yakınlaşma çabasının bir parçasıydı...
O dönemin en önemli özelliklerinden bir diğeri ekonominin başına Batılı finans çevrelerinin desteklediği Mehmet Şimşek’in getirilmesiydi...
Şimdi İsrail ile siyasi ilişkilerin gerginleşmesi ister istemez ABD ve Batı Avrupa ülkeleriyle Türkiye arasındaki siyasi ve ekonomik ilişkilere de yansıyacak; bu da Şimşek’in para bulma çabalarını olumsuz yönde etkileyecek.
***
Bu noktada Türkiye’nin ile Şanghay İşbirliği Örgütü ve BRICS+ üyesi ülkeler ile ilişkilerini geliştirme çabalarının tesadüfi bir gelişme olmadığı ortaya çıkıyor...
Objektif gerçekler, en olumsuz koşullarda bile kendi iç dinamikleri doğrultusunda siyasi iktidarlar üzerinde etkilerini gösterebiliyor...
O objektif gerçek şöyle özetlenebilir: Türkiye’nin geleceği ne zaman ABD ve Batılı ülkelere bağlansa işler ters gitmektedir; çünkü bu ülkeler, Türkiye’nin dostu değil düşmanı olan emperyalist ülkelerdir.
***
Büyük Ortadoğu Projesinin ve bu projenin devamı olan Arap Baharı operasyonlarının uygulanmaya başlandığı günlerde geleceğini ABD’nin Ortadoğu’yu yeniden düzenlemesine bağlayan ve onunla işbirliği yapan HAMAS ve benzeri örgütlerin günümüzde ABD cephesinden koparak İran, Rusya ve Çin ile yakınlaşmak zorunda kalmalarının nedeni de bu gerçektir...
Ne var ki, “İslamcı” cephede bu gelişmeler yaşanırken kendilerini “Atatürkçü” ve “cumhuriyetçi” olarak niteleyen CHP gibi bir partinin içinde rüzgarlar tam ters yönde esmektedir...
AKP iktidarı ile ABD ve İsrail arasındaki ilişkilerin soğumasını fırsat bilen CHP’nin eski ABD ve İngiltere büyükelçilerinden oluşan uluslararası ilişkiler danışman kadrosu, Türkiye’de esen anti-Amerikan ve anti-İsrail rüzgâr nedeniyle bir süre önce Çeviköz’ün yaptığı gibi açıkça ABD ve İsrail savunuculuğu yapamasalar da, “Türkiye’nin geleceğinin Batı’da ve NATO’da olduğu” tezini her fırsatta tekrarlamakta, Türkiye’yi Yunanistan, ABD ve İsrail gibi “dostları” ile karşı karşıya getirecek “Mavi Vatan” gibi tezleri “masal” olarak nitelemekte, İsrail’in Gazze’de yaptığı soykırımı örtbas etmek için “Çin’in Sincan’da yaptığı soykırım” gibi CIA menşeli iddiaları gündeme getirerek İsrail’e hayali “suç ortakları” icat etmektedir. CHP’nin “genç” genel başkanı Özel de bu rüzgara kapılmış gitmektedir.
***
“Tarihin ironisi” dedikleri şey galiba budur!